“Ene’l Hakk!” -yine, yeni, yeniden
“Ben düşsüz bir uykunun gecesinden sonra, dün burada olan aynı kişiyim-hiç değilse, bugünün ‘düşündeki’ herkes bunu doğrular" derken Abdulkadir Es-Sufî, uykudan her uyanışımızda, etrafımızdakilerden “dünkü ben”in “bugünkü ben” olduğuna dair şahit aradığımızı hatırlatır. Ne var [...]
Bozulmayan Oruçlar Hatırına
Senai Demirci’nin “Oruç Çiğnemek Sakızı Bozar mı Hocam?” isimli kitabı din ve medya ilişkisini hiçbir ayrıntıyı atlamadan, oldukça nüktedan ve toplumun her kesiminin anlayacağı bir biçimde sıkmadan fakat aynı zamanda basitleştirmeden anlatan bir kitap olarak karşıma çıktı. Akademik çalışmaların arasında boğulurken, bazen sayfalarca makaleyle anlatılmaya çalışılanın iki cümlede anlatıldığı “lafı gediğine koyan” eserleri gözden kaçırabiliyoruz.
Bir ‘trol’ nasıl yetişir?
Çabuk inanırlar, geç anlarlar. Çok inançlı ve az anlayışlıdırlar. İçlerindeki derin öz-değer aç[l]ığını değerli bildikleri bir siyasal/sportif gruba taraftar olarak, karşı-grubu kötüleyerek doyurmak isterler. Troller bu özellikleriyle siyasal cepheleşmelerin göze çarpan, önde gelen araçları haline gelirler. Birbirlerini diyalektik olarak beslerler; sürekli kötüleyecek "öteki" ihtiyacını birbirlerinin yüzünde bulurlar.
İltifat
1. Gördüğün, küçük de olsa, o güzel şeyin bana yakıştığını söylüyorsun; varlığımı önemsiyorsun. 2. O güzelliği görecek dikkatinin olduğunu hatırlatıyorsun; beni güzel gören seni güzel güzel görmemi umuyorsun. 3. Bu güzelliğin bende hep var olması gerektiğini, var olabileceğini, çoğalabileceğini vurguluyorsun; sessizce “adam ol!” ev ödevi veriyorsun bana.
cennette bir gün
Yeniden duydum sesi. “Kendi gözlerine sığınamıyorsan, sığınacağın başka göz var mı ki…”
İNNÂ LİLLAH VE İNNÂ İLEYHİ RACİÛN
""innâ lillah ve innâ ileyhu raciûn" ayetini duyar duymaz, içimiz acır, sendeleriz. "Hayırdır, ölen mi var?" deriz. Sanki ayetin sesinden ölüm kokusu alırız, anlamından ölüm havası kaparız. Oysa bu ayet cıvıl cıvıl hayat taşır, sımsıcak [...]
Sence ben “dindar” mıyım?
Senin, kendini baştan yetkilendirip ‘dindarlık’ sepetine koyarak aşağıladığın, ibadet ve ubudiyet, kalbi olan bir insanın, var edilişine verdiği ‘adamca’ bir mukabeledir. Secde etmek, benim marjinal ya da uçuk davranışım değil; var edilmişliğime karşı sorumluluğumdur.
Dindarlık ahlakı garanti eder mi?
Dinin görüntülerine sarıldıkça içeriğine dair sorumluluğunu yerine getirdiğini sanan "dini dar"ların hükmü giderek keskinleşir. İçeriğini ihmal ettikleri dinin sadece propagandacısı olan "dindar"lar hızla boy verir. Derken, ahlaklı değil ahlakçı tipler ortaya çıkar. Kendilerinden menkul muhayyel ahlaklarıyla, sözüm ona kusursuz ve eksiksiz erdemleriyle kırıkları olan gerçek ahlakı, kırışıkları olan sahih erdemi küçümserler. Ahlakçılığın, ahlak için ter dökme ihtimalini yok eden en talihsiz ahlak yoksunluğu olduğunu anlayamazlar.
Seçildiğini hatırla!
İnsanın kendisi hakkında en çok unuttuğu, unutkan olduğudur. Uzunca bir zaman "şey" diye bile hatırlanmaya değmediğini hatırlamalı şimdi. "Şeyler" arasında bir “seçenek” bile değilken seçildiğini. Şimdi burada olmak, seçilmiş olmaktır. Varlığın yokluğuna tercih edildi.
Kurban kesilmek üzerine…
Kesilen canların hepsi emanettir. Bu can bitki de olsa hayvan da olsa fark etmez. Mesele, cana kıyıp kıymamak değil, cana kıymet verip vermemektir. Vejeteryan da cana kıyar; kebapçı da.
Yağmursuz dua olur mu?
Dua, bir şeyin aracı değildir. Bir şey, hatta her şey duanın aracıdır. Dua ile insan Yaratıcısına yönlenir, Sahibine seslenir. Duanın kendisi en büyük hasattır. Benim dediklerimizle kibirlenmek üzereyken, insanî kırılganlığımızı fark etmek eşsiz güzellikte bir farkındalıktır.
Sedat Peker’i seyrederken…
Yakın zamana kadar, yavaş yürüyen adalete alternatif aradıkları için insanların mafyaya iş götürdüğünü sanırdım. Şimdi anlıyorum ki, adalete güvenmeyenler mafya arıyor değil sadece, adalete güvenenler de mafya olabiliyor. Hukukun içinde kalarak da, hukukun içinde kalmayı taktik yaparak da, hak sahibine hakkını vermemek mümkün; hak etmediğini söke söke almak mümkün. Sonuçta bu da rafine bir zorbalık, sofistike bir hırsızlık, kamuflajlı bir eşkıyalık demeye geliyor.
Din, ahlak içindir.
Din, ahlak içindir. Mensuplarından ahlak talep etmeyen ya da mensuplarının talep ettiği ahlakı yerine getirmedikleri bir din sadece taraftar üretir. Tefekkürün akışkanlığına hazır düşünce kalıplarını tercih eden, şablon inançların tekrarını akletmenin yerine koyan bir din anlayışı, "kutsal şahsiyetler” ve "sorgulanamaz fikirler” üzerinden emir-komuta zincirlerine halka örer, mensuplarının önüne dar ve uzun bir hiyerarşi koridoru açar.
İnanmak, iman etmek midir?
İnanan insan, önceden benimsenmiş düşünce ve isteklerine uygun olması şartıyla zihnini gerçekliğe açar. İman eden insan, sonuç ne olursa olsun, zihnini gerçekliğe kayıtsız şartsız açar. İnançta önyargı vardır; imanda önyargı yoktur. İnanç yapışır; iman serbest bırakır.
“Ben” dediğin de kim oluyor?
Sahi nedir “ben” dediğin? "Ben" derken birinden bahsediyorsun; kesin! Başka biri mi o? “Hayır!” diyeceksin elbette. “Kendimden söz ediyorum, kendimmmdennn…” Eminsen kendinden bahsettiğinden. Tamam; bahsedilen sensin, söz konu olan kendin. Peki bahseden kim? O da mı sensin? O da mı kendin? Madem öyle, kendinden bahseden kendinden de bahsetmeyi denesene.
Âhirete iman ediyor muyuz sahi?
“Öte” demektir âhiret. Her şeyin ötesi var. Ötesiz bir şey yok; ötesi olmayanın kendisi de yok oluyor, siliniyor, silikleşiyor. Şimdi bu satırları okuyan olarak da harflerin ötesine açıyorsunuz aklınızı. Harflerin kendisine takılmıyorsunuz. Harflere takılıp kalsaydınız, okuyor olamayacaktınız [...]
Kudüs: Kuddüs’ün Kalbi
Gözyaşı şehri Kudüs.Hıristiyanlar İsa’nın (as) çarmıha gerilmek üzere yürütüldüğüne inandıkları Çile Yolu’nda gözyaşı döküyor. Yahudiler Ağlama Duvarı’nda. Müslümanların da burada maruz kaldıkları zulümler yüzünden gözleri yaşlı. Bu gözyaşı şehri, Kuddüs’ün adeta tecellisi. Gözyaşlarıyla sağaltıyor, arındırıyor, [...]
“keşke kavmim de bilseydi…”
Taşın bilgeliğiAnlamış olmasında sonluluğuKendisi sonsuz uykudayken.-Bejan Matur “Derken, şehrin öte yakasından bir adam koşarak geldi” haberi verilir YâSîn Suresi’nin ikinci sayfasında. Karanlıktan gelir o ‘adam’. Karanlığa karşı çıkar tek başına. Gerçeğin örtüsünü kaldırma ümidini ayağa [...]
Yaşasın amatörlük!
Bu Ramazan Karadeniz'de dere tepe dolaşıyorum. Yola çıkarken, elimin de kalbimin de boş dönmeyeceğinden emindim. Mahcup ve mahzun etmedi Rabbim. Aybastı'da mandasıyla konuşan teyzeyi dinliyorum, Gürgentepe'de kuzularıyla meleşen delikanlının gözlerinin içine bakıyorum, Akkuş'ta tarlasına ektiği [...]
Güzel görülene güzel olmak düşer!
اللَّهُمَّ أَحْسَنْتَ خَلْقِي فَأَحْسِنْ خُلُقِي “Allahümme ahsente halkî fe ahsin hulukî”: Böyle dua ediyor Resulullah: “Allah’ım, ‘halk’ımı Senin görmek istediğin güzellikte eyledin, ‘ahlak’ımı da Senin gösterebileceğim güzellikte eyle.” Resulullah’ın[asm] her dua cümlesi, içinde bir tefekkür [...]
Kıpırtı/sızım
Bir kaç yıl önce Elazığ deprem bölgesinden dönüş yolunda sıkı bir nefis muhasebesine tutuşmuştum. Uçağın penceresinden karlı dağları, gölgeli vadileri, örümcek ağı gibi örülmüş yolları, kar aklığı içine siyah lekeler gibi serpiştirilmiş kasabaları seyrediyorum. Böylesine [...]
Tuttum ben bu orucu!
Ramazan zamanın mekâna hükmetmesidir. Kudsiyet iner Ramazan’da her köşeye. Mübarekleşir her köy. Mekkeleşir şehirler. Medine olur yaşadığımız yer. Her yüzde bir Kâbe komşuluğu okunur. Her gözde hasret ve vuslat gerilimi seyredilir. Ramazan’da insan niyetine göre [...]
“Kesik Harfler”in Çağrısı
İbrahim Sûresi ve Yusuf Sûresi, “elif lâm râ” parolasıyla açar hitap sahnesini… “Hurûf-u mukattaa” denir bu harflere. “Kesik harfler…” Sözün başını bekler kesik harfler; konuşmazlar. Bir anlam giymezler. Anlaşılmak için konuşan Rahmân’ın sırrına eşik olurlar. [...]
“Fakat kalıcı olanı ozanlar kurar…”
1772 yılı. Mevsimlerden bahar. Almanya'da Neckar ırmağı kıyısındaki Lauffen kasabasında genç bir adam hayata veda ettiğinde, geride iki yaşında bir oğlan çocuğu bırakır. Babasızlığın acısını çiçek bahçelerinde dindirmeye çalışır oğlan çocuğu. İçinin sessiz acılarını, yüreğinde [...]