Abese Boşluğu: Gazze’de görmek istemediğimiz
En tepedeki gözlerle göz göze geldiğimizde, ruhumuzun labirentlerinde soğuk rüzgârlar estiren çetin bir sorgulamayla yüzleşiyoruz. "Neden beni yalnız bıraktın?" Gözlerimizi oradan kaçırıyoruz sonra. Yavaşça aşağıya iniyoruz. Ruhumuzu üşüten sorgulayan bakış sönüyor. Anlaşılmaz biçimde rahatlıyoruz. Sönüşüne [...]
Ölümün (ve hayatın) beş rengi
Ölüm, hayatın kaçınılmaz sonudur. Ve aslında hayatın inkâr edilmez gerçeğidir. İnsan, öleceğini bilerek yaşayan tek canlıdır. Ömrü çok kısa diye acıdığımız kelebekler bu kısa ömrün hiçbir saniyesinde ölüm korkusu yaşamaz. Kuşlar meselâ. Çok kırılgan canlılardır; [...]
Ölümü ve lezzeti aynı kâseden içmeye ne dersin?
Peygamberimizin [asm] “lezzetleri tahrip edeni hatırlayın” sözü, yaygın biçimde “Lezzetleri tahrip eden [ölümü] hatırlayın” şeklinde çevrilir. Oysa, lezzetlerin tahripi, zevklerin bitimi, bütün ömrü sonlandıran nihai ölümü beklemez. Gerçek şu ki, lezzetlerin doğasında vardır ‘ölüm’; hatta [...]
Kutsanmış Narsisizmin Dokuz Dokunulmazı
Kendi sözünü Allah’ın sözüne eşitlemek: “Ben Allah’ın âyetlerini konuşuyorum!” Senin sözün Allah’ın sözüne eşitlenemez; çünkü seçtiğin âyeti söylemek üzere seçtiğin bağlam sana aittir; yanılıyor olabilirsin. Senin sözün Allah’ın sözü değildir; çünkü senin söylediğin, Allah’ın sözünden [...]
KURBAN DİYE KESİLECEKLER LİSTESİ
Gıybet: Dudağına bir daha hiç değmeyecek şekilde kes. Seninle bir başkasının gıybetini eden, bir başkasıyla senin gıybetini edecektir. Bir başkasının onurunun zedelenmesine izin verirken, kendi onurunu da tehlikeye atıyorsun. Dinlemeyi kes! Nefret: Öfke hakkındır, kızabilirsin [...]
Vahiy insana insanı anlatır
İnsana dair "ahsen-i takvim" ifadesi, insana ayrıcalık vermez. "En güzel kıvam"da değil, "en güzel kıvam"ı bulmak üzere yaratılmıştır. "En güzel"e doğru kendini yoğurma/kıvamlama ödevi almıştır. "Ahsen-i takvim" insan doğmakla alınan ödül değil, doğumla başlayan ödevdir.İnsan, [...]
Kadından imam olur mu?
Caminin kadın-dostu olması gerektiğine, cumanın hanımlara açık olması gerektiğine, cenaze ve bayram namazlarının erkek namazı olmadığına dair, açık nebevi tavra dayalı hatırlatma, "kadın erkeklerle yan yana namaz kılacak" ya da "kadınlar da imam olacak" şeklinde [...]
“Din” ne değildir?
Din, 'borç' anlamındaki 'deyn'den kök alır. Din, varlığının kendine borç verildiğini bilmektir. Her nefesinde kendisine can bahşedildiğini hissetmek, insanın temel farkındalığıdır. Varlığının bir başlangıcı olduğunu bilmek, kendi varlığını başlatanın kendisi olmadığını hatırlamak, en saf farkındalıktır. [...]
“Ama anne ayaklarının altındaki benim cennetim!”
Cennet ayaklarının altında ya sevgili anneciğim, bunu bilerek yürü. Adımlarına dikkat et. Ezme cılız çimenlerimi. Saksılarımı devirme. Havuzumu bulandırma. Çitlerimi yıkma. Benim cennetim orası; senin cennetin değil. Yeni doğan insan için anne bir ilişki okuludur, [...]
“Ene’l Hakk!” -yine, yeni, yeniden
“Ben düşsüz bir uykunun gecesinden sonra, dün burada olan aynı kişiyim-hiç değilse, bugünün ‘düşündeki’ herkes bunu doğrular" derken Abdulkadir Es-Sufî, uykudan her uyanışımızda, etrafımızdakilerden “dünkü ben”in “bugünkü ben” olduğuna dair şahit aradığımızı hatırlatır. Ne var [...]
Bozulmayan Oruçlar Hatırına
Senai Demirci’nin “Oruç Çiğnemek Sakızı Bozar mı Hocam?” isimli kitabı din ve medya ilişkisini hiçbir ayrıntıyı atlamadan, oldukça nüktedan ve toplumun her kesiminin anlayacağı bir biçimde sıkmadan fakat aynı zamanda basitleştirmeden anlatan bir kitap olarak karşıma çıktı. Akademik çalışmaların arasında boğulurken, bazen sayfalarca makaleyle anlatılmaya çalışılanın iki cümlede anlatıldığı “lafı gediğine koyan” eserleri gözden kaçırabiliyoruz.
Bir ‘trol’ nasıl yetişir?
Çabuk inanırlar, geç anlarlar. Çok inançlı ve az anlayışlıdırlar. İçlerindeki derin öz-değer aç[l]ığını değerli bildikleri bir siyasal/sportif gruba taraftar olarak, karşı-grubu kötüleyerek doyurmak isterler. Troller bu özellikleriyle siyasal cepheleşmelerin göze çarpan, önde gelen araçları haline gelirler. Birbirlerini diyalektik olarak beslerler; sürekli kötüleyecek "öteki" ihtiyacını birbirlerinin yüzünde bulurlar.
İltifat
1. Gördüğün, küçük de olsa, o güzel şeyin bana yakıştığını söylüyorsun; varlığımı önemsiyorsun. 2. O güzelliği görecek dikkatinin olduğunu hatırlatıyorsun; beni güzel gören seni güzel güzel görmemi umuyorsun. 3. Bu güzelliğin bende hep var olması gerektiğini, var olabileceğini, çoğalabileceğini vurguluyorsun; sessizce “adam ol!” ev ödevi veriyorsun bana.
cennette bir gün
Yeniden duydum sesi. “Kendi gözlerine sığınamıyorsan, sığınacağın başka göz var mı ki…”
İNNÂ LİLLAH VE İNNÂ İLEYHİ RACİÛN
""innâ lillah ve innâ ileyhu raciûn" ayetini duyar duymaz, içimiz acır, sendeleriz. "Hayırdır, ölen mi var?" deriz. Sanki ayetin sesinden ölüm kokusu alırız, anlamından ölüm havası kaparız. Oysa bu ayet cıvıl cıvıl hayat taşır, sımsıcak [...]
Sence ben “dindar” mıyım?
Senin, kendini baştan yetkilendirip ‘dindarlık’ sepetine koyarak aşağıladığın, ibadet ve ubudiyet, kalbi olan bir insanın, var edilişine verdiği ‘adamca’ bir mukabeledir. Secde etmek, benim marjinal ya da uçuk davranışım değil; var edilmişliğime karşı sorumluluğumdur.
Dindarlık ahlakı garanti eder mi?
Dinin görüntülerine sarıldıkça içeriğine dair sorumluluğunu yerine getirdiğini sanan "dini dar"ların hükmü giderek keskinleşir. İçeriğini ihmal ettikleri dinin sadece propagandacısı olan "dindar"lar hızla boy verir. Derken, ahlaklı değil ahlakçı tipler ortaya çıkar. Kendilerinden menkul muhayyel ahlaklarıyla, sözüm ona kusursuz ve eksiksiz erdemleriyle kırıkları olan gerçek ahlakı, kırışıkları olan sahih erdemi küçümserler. Ahlakçılığın, ahlak için ter dökme ihtimalini yok eden en talihsiz ahlak yoksunluğu olduğunu anlayamazlar.
Seçildiğini hatırla!
İnsanın kendisi hakkında en çok unuttuğu, unutkan olduğudur. Uzunca bir zaman "şey" diye bile hatırlanmaya değmediğini hatırlamalı şimdi. "Şeyler" arasında bir “seçenek” bile değilken seçildiğini. Şimdi burada olmak, seçilmiş olmaktır. Varlığın yokluğuna tercih edildi.
Kurban kesilmek üzerine…
Kesilen canların hepsi emanettir. Bu can bitki de olsa hayvan da olsa fark etmez. Mesele, cana kıyıp kıymamak değil, cana kıymet verip vermemektir. Vejeteryan da cana kıyar; kebapçı da.
Yağmursuz dua olur mu?
Dua, bir şeyin aracı değildir. Bir şey, hatta her şey duanın aracıdır. Dua ile insan Yaratıcısına yönlenir, Sahibine seslenir. Duanın kendisi en büyük hasattır. Benim dediklerimizle kibirlenmek üzereyken, insanî kırılganlığımızı fark etmek eşsiz güzellikte bir farkındalıktır.
Sedat Peker’i seyrederken…
Yakın zamana kadar, yavaş yürüyen adalete alternatif aradıkları için insanların mafyaya iş götürdüğünü sanırdım. Şimdi anlıyorum ki, adalete güvenmeyenler mafya arıyor değil sadece, adalete güvenenler de mafya olabiliyor. Hukukun içinde kalarak da, hukukun içinde kalmayı taktik yaparak da, hak sahibine hakkını vermemek mümkün; hak etmediğini söke söke almak mümkün. Sonuçta bu da rafine bir zorbalık, sofistike bir hırsızlık, kamuflajlı bir eşkıyalık demeye geliyor.
Din, ahlak içindir.
Din, ahlak içindir. Mensuplarından ahlak talep etmeyen ya da mensuplarının talep ettiği ahlakı yerine getirmedikleri bir din sadece taraftar üretir. Tefekkürün akışkanlığına hazır düşünce kalıplarını tercih eden, şablon inançların tekrarını akletmenin yerine koyan bir din anlayışı, "kutsal şahsiyetler” ve "sorgulanamaz fikirler” üzerinden emir-komuta zincirlerine halka örer, mensuplarının önüne dar ve uzun bir hiyerarşi koridoru açar.
İnanmak, iman etmek midir?
İnanan insan, önceden benimsenmiş düşünce ve isteklerine uygun olması şartıyla zihnini gerçekliğe açar. İman eden insan, sonuç ne olursa olsun, zihnini gerçekliğe kayıtsız şartsız açar. İnançta önyargı vardır; imanda önyargı yoktur. İnanç yapışır; iman serbest bırakır.
“Ben” dediğin de kim oluyor?
Sahi nedir “ben” dediğin? "Ben" derken birinden bahsediyorsun; kesin! Başka biri mi o? “Hayır!” diyeceksin elbette. “Kendimden söz ediyorum, kendimmmdennn…” Eminsen kendinden bahsettiğinden. Tamam; bahsedilen sensin, söz konu olan kendin. Peki bahseden kim? O da mı sensin? O da mı kendin? Madem öyle, kendinden bahseden kendinden de bahsetmeyi denesene.