Uzunca bir süredir arşivimde tuttuğum bu gözü yaşlı heykel resmine bakınca, yeni bir şeyler söyleme ihtiyacı duydum. Fotoğrafta beni ilk etkileyen küçük bir gözyaşının binlerce yıllık heykele kazandırdığı yenilik; soğuk ve cansız taşa bahşettiği can ve duyguydu.
Taş ağlar mı? Ağlıyor işte. Gözyaşının içimizdeki yoğun duygusal karşılığı taşı dillendiriyor, taşı göze taşıyor, taşı gözde yapıyor. Taştan taşan anlamı diriltiyor. Taşı yumuşatıyor. Taşı taşırıyor.
Şimdi duymak istediğimiz bir sözü ayetin kadim anlamı içinde bulunca, mahcup heykelin yanağında bir söz yaşı buluyoruz. Göz yaşı gibi söz yaşı da yeniliyor kadim olanı, akıtıyor katı olanı, tazeliyor sabit olanı…
Katı ve değişmez olan bir taş üzerinde değişimi içeren, dönüşümü işaretleyen gözyaşı, çok yaşlı bir ağacın dal ucunda yeşeren yaprak gibi, açan çiçek gibi, biçimlenen meyve gibi işlev görüyor. Güneş eskidir ama gün doğumu yenidir. Yağmur kadim bir olaydır ama taneleri tazedir.
Kur’ân okumalarımda bu gerçeği hep aklımda tutuyorum. Ayetin lafzı yüzlerce yıldır öyle ce duruyor; değişmez bir kesinlikte, taşlara yaraşır bir sebatta. Lakin lafzın taşıdığı anlam, ihtiyacımıza göre, arayışımıza göre, yönelişimize göre, akışkan bir hal alıyor, sürpriz bir hitaba dönüşüyor, serin bir teselli dokunuşu oluyor.
Şimdi duymak istediğimiz bir sözü ayetin kadim anlamı içinde bulunca, mahcup heykelin yanağında bir söz yaşı buluyoruz. Göz yaşı gibi söz yaşı da yeniliyor kadim olanı, akıtıyor katı olanı, tazeliyor sabit olanı…
Canlanıyor lafız ve gönlümüze bir taze bir duyuş olarak dokunuyor, akıyor, damlıyor, iniyor. Anladığım kadarıyla Söz’ün “kuru” olan bileşeni “yaş”arıyor. “Yaş ve kuru ne varsa, hepsini Kur’ân’da” buluyoruz.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.