O rakamları duyuyoruz her gün. Eksik olmuyor bilgi. Vaka sayısı, ölüm sayısı falan. Seksen beşi de kabul ediyoruz, 285’i de. Dünya çapında iki milyonu aştı diyoruz kolayca. İki milyon insan. Sayınca geçecek sanıyoruz; rakamları bilince anladık diye konuyu kapatıyoruz. İstatistiklerin ince iplerine sarıyoruz acıları. İnsan var o rakamların herbirinde.
Konu kapanmıyor. Geçmiyor hiçbir şey. Mesela 27. kişi sevdalı bir delikanlıdır. Şiiri yarım kalmıştır sevdiğine. Kız başkasına gelin olacaktır belli ki. Kız utanır, oğlan ateşlere yanar. Ne kız kabul eder 27. kişi olmasını sevdiğinin ne oğlan teselli olur 27. diye sayılmakla…
Sayılar çoğalınca, kanıksıyoruz ölümleri. Bugün ölen sayısı azaldı diye seviniyoruz belki. Azalan sayının içinde çoğalan sessiz acılar var oysa… Mesela, yolu gözlenen, sıcağı özlenen annedir 417. Çay sıcağıdır; tebessüm güneşidir, bahar sofrasıdır. Her köşede aranır, her boşlukta sesi yankılanır. Orada durur zaman; donar mekan. Sonraki sayıya yetmez mecal.
Diyeceklerini diyememiş evlattır 46! Gecenin bir vakti, kırık kalbini alır gider. “Keşke…” diye sessiz çığlıklara boğar şehri. Aramamıştır, aranmamıştır son günlerde. İtirafı vardır belki annesine. Ertelemiştir “seni seviyorum” demeyi. Dar vakitlere sığmazdı ya sevmek…
Diyeceklerini diyememiş evlattır 46! Gecenin bir vakti, kırık kalbini alır gider. “Keşke…” diye sessiz çığlıklara boğar şehri. Aramamıştır, aranmamıştır son günlerde. İtirafı vardır belki annesine. Ertelemiştir “seni seviyorum” demeyi. Dar vakitlere sığmazdı ya sevmek…
Gece eşini ve çocuklarını çağırmışlar hastaneye. Almanya’nın soğuk karanlık sokaklarına ürpertiyle atılmışlar. Enfeksiyon yayılmış iyice. Akciğerler tükenmiş. Baloncuklar sönmüş. Vedalaşsınlar diyeymiş çağrı. Bunca telaş içinde ince bir duyarlılık; tatlı bir teselli. Bir mahkumiyet fermanı gibi boynuna asılmış entübasyon cihazını hafifçe itmişler. Uyku veren ilaçların dozunu azaltmışlar. Gözlerini açmış. Emine Yenge’yi, Esra’yı İsmail Altan’ı karşısında görünce, dudağını kıpırdatmak istemiş ama nefesi yetmemiş.
Çaresiz; gözleriyle konuşmuş. Sadece halamda onda olan yeşil gözleriyle. Keşke bir dili olsaydı gözyaşlarının. Yağmur gibi yağdıkça kristal kelimeler mırıldansaydı. Keşke yağmurcayı bilseydik. Tercüme edebilseydik yorgun yüzünde asılı kalmış şiir selini.
Çaresiz; gözleriyle konuşmuş. Sadece halamda onda olan yeşil gözleriyle. Keşke bir dili olsaydı gözyaşlarının. Yağmur gibi yağdıkça kristal kelimeler mırıldansaydı. Keşke yağmurcayı bilseydik. Tercüme edebilseydik yorgun yüzünde asılı kalmış şiir selini.
Amcam o benim… Rakam değil! Fındık bahçelerinde delice seyirttiğimiz. Ilık sağanaklarda hercaice ıslandığımız. Motosikletinin terkisinde beni gezdiren. Çocukça umutlarımı gözlerinde büyüten amcam. Almanya gurbetini sılaya çeviren amcam. Adı adıma en yakın olan: Sezai Demirci.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
İnné lillâhi ve inné ileyhi raciûn 😔 Rabbim rahmetiyle karşılasın amcanızı inşaAllah 🤲🏻
Allah merhameti ile muamele eylesin.Mekanı cennet olsun inş.
İnne lillâhi ve inne ileyhi raciûn.. üzdünüz…
Vefat edenler birer istatistik rakamı değil. Malesef bunu ancak bir yakını bu dertten gidenler anlayabiliyor. Istatististikte bir babayı sadece 1 diye sayıyorlar. Sorun bakalım o baba kızı için sadece 1 mi?