Ali Sadi Hoca, müridi Meryem’in eline plastik bir çiçek tutuşturur. “Bak, ne kadar da canlı duruyor” der. “Ta Tayvan’dan fabrikasından çıkalı günler haftalar geçtiği halde ne solmuş ne pörsümüş. Yapraklarındaki yağmur damlası bile duruyor.” Meryem’den plastik çiçeği koparmasını ister. Meryem dener. “Kopmuyor!” Çiçeği koklamasını ister: “Kokmuyor!” Sonra bahçeye çıkarlar. Bahçeden taze koparılmış gerçek çiçekleri gösterir Ali Sadi Hoca. “Bak, solmaya yüz tutmuşlar, öldü ölecekler…” der. Koparmasını ve koklamasını ister. Sonuç: “Kopuyor!” “Kokuyor!”
Ali Sadi Hoca, tam buraya koyar ideolojik mesajını: “Yengen gibilerin (ve Meryem’in hayatındaki ‘modern’lerin) yaşamak istediği hayat ile senin yaşadığın hayatın farkı bu!” “Onlarınki parlak ve göz alıcı ama cansız. Sahici değil. Naylon. Plastik. Ama seninkisi…”
Bir Başkadır dizisinin merkez mesajı olan bu metafor, bildiğim kadarıyla, Yahudi kaynaklarında yer alır. Zen bilgeliğine de buradan geçmiş olmalı. Ya da insanlığın ortak aklının ürünü olarak dilden dile geziyor olmalı. Sahte çiçek ve gerçek çiçek bahsi, Sebe Melikesi Belkıs ve Hazreti Süleyman arasındaki diyalogda geçer. (Sanıldığı gibi, senarist, replikleri Nurettin Yıldız Hocadan ç/almış değildir. Nurettin Yıldız olsa olsa hatırlatmış olabilir.)
Sahte ve sahici çicek metaforu, bildiğim kadarıyla, Yahudi kaynaklarında yer alır. Zen bilgeliğine de buradan geçmiş olmalı. Ya da insanlığın ortak aklının ürünü olarak dilden dile geziyor olmalı. Sahte çiçek ve gerçek çiçek bahsi, Sebe Melikesi Belkıs ve Hazreti Süleyman arasındaki diyalogda geçer.
Bu metafor, Ali Sadi Hoca’nın (ve Nurettin Hoca’nın da) baktığı yerden- “dindar olmayan” ve “dindar olan” farkını anlatmaya hizmet eder. “Dindar” diye bildiklerimizi “gerçek çiçek” diğerlerini ‘plastik çiçek’ diye kodlar. Ama bu plastiklik sorununa garip ki, yine plastik bir çözüm sunar. Kolaycılığa başvurur. İzninizle buraya bir “dindarlık” tanımı koyayım: Dindarlık, benimsediği ideolojinin içeriğine dair sorumluluğunu unutup ideolojiyi kabuğuyla var kılmak, göze çarpan uç sembolleriyle, dış şekliyle sivriltmektir. Dindarlık her zaman ‘din’in ürünü değildir. Din ile dindarlık arasında mutlak bir gerektirirlik yoktur. Din de içinde olmak üzere her öğretide ortaya çıkabilen patolojik bir tavırdır. Dindarlık tavrı, dinin içeriğinden bağımsızdır. Her ideolojinin dindarı vardır. Plastiklik, Ali Sadi Hoca’nın repliğinde olduğu gibi, “dindarlık”la çözülecek bir şey değildir. Aksine, tam da bu tarifiyle dindarlık plastiklik sayılabilir.
Plastik ya da sahici olma sınavı, daha derinde, insanî düzlemde yürür. Varoluşun/un hakkını verip vermemeye dairdir. Başörtülü olmayı doğrudan sahiciliğe atfetmek, başörtüsüz olmayı plastikliğe hamletmek, insanî düzlemde değildir, içerikte değildir; görünüşte kalır. En azından aceleci bir hükümdür. Plastiklik ya da sahicilik, ortaya konulan tavrın ya da giyimle temsil edilen tercihin, zoraki ya da gönüllü olmasına bağlıdır.
Plastik ya da sahici olma sınavı, daha derinde, insanî düzlemde yürür. Varoluşun/un hakkını verip vermemeye dairdir. Başörtülü olmayı doğrudan sahiciliğe atfetmek, başörtüsüz olmayı plastikliğe hamletmek, insanî düzlemde değildir, içerikte değildir; görünüşte kalır. En azından aceleci bir hükümdür. Plastiklik ya da sahicilik, ortaya konulan tavrın ya da giyimle temsil edilen tercihin, zoraki ya da gönüllü olmasına bağlıdır. Tesettür, Kur’ân’da görünmek üzerinden değil olmak üzerinden tanımlanır ve teklif edilir. Ve elbette ki olmanın gerekçe olduğu bir görünmeyi de içerir.
Olma’dan kök almayan bir görünme plastik olmaya mahkumdur. Örneğin dizideki Hayrunnisa ve arkadaşı, başörtülü olmayı sahici bir gerekçeye dayandırmadan, ikna olmadan takarlar başörtülerini. “Takarlar” o kadar! İkisi de ikna oldukları, gönüllü olarak inşa ettikleri bir hayat tarzı yaşamıyordur. Nitekim, Ali Sadi Hoca, kızı Hayrunnisa’nın başını örtmeme kararına muhatap olarak, “kopan ve kokan” gerçekle tanışır. İtiraz edemez. Sonra kendisini de sahiciliğe doğru yönlendiren bir dönüşüm başlatır. Başı takkeli, düzgün bıyıklı “Hoca” Ali Sadi’den karavanda yaşayan, saçı sakalı karışık, yoldan geçene çay ikram eden “sivil” Ali Sadi’ye dönüşür. Diğer taraftan, Meryem’in kırık dökük ama sahici sözlerine, terapi kurallarını zorlayan yakınlığına ve samimiyetine “vazifem bu benim!” diye karşılık veren psikolog Peri Hanım da albenili plastik hayatın içinde bulur kendini: “Bıktım başkalarının hayatlarını taklit etmekten!” Yönetmen, ağır ağır ilerleyen bölümlerde, çiçek gibi açılan sırlarla, insanların ‘kopmayan ve kokmayan’ plastiklikten ‘kopan ve kokan’ sahiciliğe doğru evrilişini göstermek ister.
Kıldığı namazı, taktığı başörtüsünü, ilke edindiği laikliği, cinsel tercihleriyle yaşadığı modern hayatı, kendi içinde gerekçelendirmekle yükümlüdür insan. Kaslarıyla değil kalbiyle yerine getirmelidir bu yükümlülüğü. Kalp ise ikna olmak ister. Zoraki benimsediği ama içselleştirmediği tercihleri sürdüren biri, insanî acılarını erteler, sahici sancılarının üzerini örter. Yapaylaşır. İmanını “şeksiz şüphesiz” sayan, şeyhini hatasız ve kusursuz gören, kopmayan ve koku vermeyen bir “din” yaşar. “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye slogan atmakla yetinen, gördüğü her başörtülüyü ‘hayat tarzını tehdit’ olarak algılayan, rakı içmeyi dinî bir vecibe gibi uysallıkla yerine getiren de duygularına yabancı, ötekini anlamaktan uzak hazır giyim konfeksiyon bir hayat yaşar. Her iki taraf da, kaç yıl yaşarsa yaşasın, bir türlü hayatın nabzını alamaz. İnsanın zaaflarını inkâr eden, şüpheyi ve tereddüdü “şirk” diye dışlayan, depresyonu iman zayıflığı sayan her türlü düşünce, kendisini taşıyanın üzerinde askıdaki elbise gibi durur. Düşüncelerinin sahibi değildir sadece taşıyıcısıdır. Vestiyer gibi. Dışarıdan bakıldığında parlak, mükemmel, kusursuz, ayıpsız, hatasız, çiziksiz, lekesiz, kırışıksız görünür. Ama sadece görünür. Sokakta değildir; askıdadır. Hayata dâhil olmamış, düşüncenin tozlu yollarına düşmemiş, yağmurda ıslanmamıştır, gün ışığında eprimemiştir. Hayata katılmak, kopmaya da kokmaya da-hatta kötü kokmaya da razı olmaktır.
İnsan olmanın toprağından kök alan, insan olmanın güneşine doğru uzanan düşünce “gerçek çiçek”tir; rüzgâra ve güneşe açıktır. Şu halde, her iki taraf için de “gerçek çiçek” olma yolu açıktır. Yürüyeceğimiz yol, plastiklikten sahiciliğe doğrudur; bir plastikten öteki plastiğe doğru değildir.
İnsanın zaaflarını inkâr eden, şüpheyi ve tereddüdü “şirk” diye dışlayan, depresyonu iman zayıflığı sayan her türlü düşünce, kendisini taşıyanın üzerinde askıdaki elbise gibi durur. Düşüncelerinin sahibi değildir sadece taşıyıcısıdır. Vestiyer gibi. Dışarıdan bakıldığında parlak, mükemmel, kusursuz, ayıpsız, hatasız, çiziksiz, lekesiz, kırışıksız görünür. Ama sadece görünür. Sokakta değildir; askıdadır. Hayata dâhil olmamış, düşüncenin tozlu yollarına düşmemiş, yağmurda ıslanmamıştır, gün ışığında eprimemiştir.
Madem buraya kadar geldik; Ali Sadi Hoca’nın söylediklerine eski kaynaklarda geçen detayı ekleyelim. Sebe Melikesi Belkıs, Hazreti Süleyman’ı ziyaret ettiğinde, çokça soru sorar ve hepsine hikmetli cevaplar alır. En sonunda, kırk demet bir çiçek koyar önüne. Bunlardan sadece biri sahicidir; 39’u sahtedir. Görüntülerinden ayırt edilmeleri mümkün değildir. “Hangisi gerçek çiçek, bil bakalım” der Belkıs. Hazreti Süleyman’ın Meryem gibi “Kopuyor mu? Kokuyor mu?” testi yapması mümkün değildir. Dokunmadan ve uzaktan karar vermesi beklenir. Ama çok geçmeden ‘şıp’ diye bulur gerçek çiçeği?
Sizce nasıl buldu? Bu sorunun cevabı, plastik hayatları gerçek hayata açmak için önemli… Çok önemli!
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Solgun durusundan mi buldu acaba hocam cok merak ettim
Mükemmel bir yorum olmuş, tebrik ediyorum. Türkiye’de yaşayan insanlar olarak kendimiz dışında her şeyi olduğumuzu gösteren güzel bir örnek. Bu toplumda yaşayan ancak birbirine bu kadar yabancılaştırılmış insanların hikayelerini yansıtması açısından başarılı bir dizi. Çok farklı açılardan analiz edilmesi gerekir.
Hocam nasıl bulduğunu merak ettik. Cevaplarsanız sevinirim..
Merak edenlerin sayısı henüz 2…
En az 10 olmasını bekliyorum…
İlginiz için teşekkür ederim.
Ben de merak ettim hocam nasıl bulduğunu
Ben de çok merak ettim
Cevabı çok merak ettim
Merakla cevabı bekliyoruz :)
Merak edenlerdenim. :)
Plastik ve canlı çiçek yazısının Süleyman as kadar gitmesi ve diziyi izleyen biri olarak ayrı bir merak uyandırdı. Bekliyoruz sayın hocam.
Huyundan..suyundan..kokusundan?
En çok biz merak ettik. Şu an tam 7 kişiyiz.
Hafif boynu bükük ve solgun duruşundan mı gerçeğini bulur acaba ?!
Neymis hocam?
Sadece bekledi.
Ben de çok merak ettim hocam beklemekten başka çare var mıydı acaba?
Hocam, yine ne güzel yorumlamışsınız. Çiçeğe arı mı kondu? Sanki canlı olduğunu gösteren bi detay vardı??? Diziyi üç günde bitirdim. Sahneler de maalesef tanıdık geldi bana.
Hocam sizden cevap bekleyenler çoğaldı…
cevabını bir sonraki makale veriyor.