Online erişimin hızla genişlemesi, evleri dünyaya açık hale getirdi. Artık Noel’i kutlayan, Noel tatilini planlayan “komşularımız” var. Müslüman muhafazakârlık artık küresel kültüre açık hale geldi; sosyal mesafe yok oldu; sıcak temas halinde. Çocukların muhatap olduğu online platformlar Noel’i, Noel Baba’yı, ren geyiklerini, bacadan inmeleri daha yüksek sesle duyuruyor, daha uzun süreli gösteriyor. Muhafazakârlığın tasarladığı ve içinde kendini güvende bulduğu “tek dinli” “tek inançlı” dünya yok oldu. Bu bir tehlike mi?

Online erişimin hızla genişlemesi, evleri dünyaya açık hale getirdi. Artık Noel’i kutlayan, Noel tatilini planlayan “komşularımız” var. Müslüman muhafazakârlık artık küresel kültüre açık hale geldi; sosyal mesafe yok oldu; sıcak temas halinde. Çocukların muhatap olduğu online platformlar Noel’i, Noel Baba’yı, ren geyiklerini, bacadan inmeleri daha yüksek sesle duyuruyor, daha uzun süreli gösteriyor. Muhafazakârlığın tasarladığı ve içinde kendini güvende bulduğu “tek dinli” “tek inançlı” dünya yok oldu. Bu bir tehlike mi?

Hayır, bu bir tehlike değil; bir yüzleşme. Ve tüm yüzleşmeler gibi bir sınama. Kapalı toplum projesinin çöktüğü eşik. İnanç üzerinden kurulan gettolaşmaya müdahale. Açık aklı ve açık toplumu teklif eden “iman eğitimi”nin tam da başladığı yerdeyiz. Kendi içinde kendini onaylayan, kendi görüşünü kendince doğrulayan devreler kuran muhafazakârlığın iman etme çabasının karşısında durduğunu fark etme demindeyiz.

Peygamberimizin insan fıtratını Kur’ân üzerinden okuyarak kurduğu medeniyette, Medine’de, yaşam çok-dinlidir, çok-kültürlüdür, çok-inançlıdır. Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanlar Medine’de bir arada yaşar.

Bir yöreyi Müslümanların yönetiyor olması o yörenin “müslümanlaştırılması”nı gerektirmez. “Müslümanlaştırma” tabirini çok sık duyduğumuz için sorgulamıyoruz. Bu tabir, misyonerlik türünden bir zorlamayı çağrıştırır. Müslüman olmak üzerinden bir emperyalist niyet taşır. İslam, hakikate teslim olmaktır; adam toplamak, toprak kazanmak, nüfuz elde etmek değildir Teslim olmaktır; teslim almak değildir.

Müslümanların hükmettiği bir alanda “tek-inanç” “tek-din” “tek-kültür” olamaz. Çeşitlilik Allah’ın üslubudur. Daha tanıdık bir tabirle söylersek, çoğulculuk sünnetullah’tır. Medine medeniyetinde herkesin kendi inancını yaşama hakkı vardır ve bu hakkın korunması Müslüman yöneticinin ödevidir. Öteki olana “hoşgörü” diye bir şey de yoktur; “öteki”yle tanışmayı ister Allah. Hoşgörü, kendini “hoş” kabul edenin “nahoş” gördüğüne yaptığıdır; hiyerarşik ve iktidar eksenli bir ilişkiyi saklar içinde. Tanışmak ise eşitler arasında olandır.

Gayet kolayca görünür ki Müslümanların hükmettiği bir alanda “tek-inanç” “tek-din” “tek-kültür” olamaz. Çeşitlilik Allah’ın üslubudur. Daha tanıdık bir tabirle söylersek, çoğulculuk sünnetullah’tır. Medine medeniyetinde herkesin kendi inancını yaşama hakkı vardır ve bu hakkın korunması Müslüman yöneticinin ödevidir. Öteki olana “hoşgörü” diye bir şey de yoktur; “öteki”yle tanışmayı ister Allah. Hoşgörü, kendini “hoş” kabul edenin “nahoş” gördüğüne yaptığıdır; asimetrik bir ilişkiyi saklar içinde.

Peygamberimizin gayrimüslim komşularıyla ilişkilerinin detayları gösteriyor ki, “öteki”yle birlikte olmak yadırganacak bir şey değil, şimdilik idare edilecek bir geçici duruş hiç değildir. Orijinaldir; asıldır, daimidir. Medine medeniyeti, herkesin olduğu gibi olmasına izin verir; inandığı gibi inanmasına saygı gösterir.

Küresel komşularımızın görüntüleri yüzünden “Anne, yılbaşında biz de evimizi süsleyelim!” diyen çocuğumuzun Hıristiyanlaşmasından korkuyor olabiliriz. Bu cümleyi “öteki”ni ötekileştirmeye kalkmadan, daha varoluşsal düzeyde okuyabiliriz. Çocukça dilini yetişkinceye tercüme edebiliriz. “Güzel şeyler oluyor anne! Parıltılı şeyler! Işıltılı işler! Balonlar! Mumlar falan! Havai fişekler! Gülücükler! Sence bunlara biz de katılmalı değil miyiz?” Böyle tercüme edersek, evi süslemenin anlamı üzerinde konuşabiliriz.

Küresel komşularımızın görüntüleri yüzünden “Anne, yılbaşında biz de evimizi süsleyelim!” diyen çocuğumuzun Hıristiyanlaşmasından korkuyor olabiliriz. Bu cümleyi “öteki”ni ötekileştirmeye kalkmadan, daha varoluşsal düzeyde okuyabiliriz. Çocukça dilini yetişkinceye tercüme edebiliriz. “Güzel şeyler oluyor anne! Parıltılı şeyler! Işıltılı işler! Balonlar! Mumlar falan! Havai fişekler! Gülücükler! Sence bunlara biz de katılmalı değil miyiz?” Böyle tercüme edersek, evi süslemenin anlamı üzerinde konuşabiliriz.

Yeni gelene karşı yenilenme edasıdır evi süsleme, taze geleni heyecanla karşılama coşkusudur. Yeniyi sevmek, taze olanla sevinmek insanîdir, çocuksudur. Bu durumda “Hıristiyan adetleri bunlar!” deyip öcüleşen değil de, insanî zeminde yatan duygusal ihtiyacı fark eden ve ciddiye alan bir ebeveyn olmamız beklenir. Böylesi bir yaklaşım, çocuğa “seni anlıyorum!” mesajı verir; ruhuna daha geniş bir hareket alanı sunar, daha güven verici bir yürüyüş teklif eder.

Yeniyi sevmek, taze olanla sevinmek insanîdir, çocuksudur. Bu durumda “Hıristiyan adetleri bunlar!” deyip öcüleşen değil de, insanî zeminde yatan duygusal ihtiyacı fark eden ve ciddiye alan bir ebeveyn olmamız beklenir. Böylesi bir yaklaşım, çocuğa “seni anlıyorum!” mesajı verir; ruhuna daha geniş bir hareket alanı sunar, daha güven verici bir yürüyüş teklif eder.

“Bu onların bayramı, oğlum!” “Bizim Ramazan ve Kurban bayramlarımız var! Bizim Mevlit Kandilimiz var, kızım!” “Boş ver bu yılbaşını, biz hicrî yılbaşını kutlayalım!” yaklaşımı işe yaramaz; ters teper. Onun gözünde güzel bildiğimiz tüm kavramları umudun ve sevincin karşısına koymuş oluruz. Kaldı ki bu konuda yeterince çaba göstermişizdir. Hayattan kopuk ve yaşama sevincinden yoksun “idrak ettiğimiz”, çocuk cıvıltısından uzak, çocukça sevinçleri unutarak geçiştirdiğimiz, itinayla neşeden arınmış halde yaşadığımız, içini iyice boşalttığımız “bizim bayramlarımız”ı daha da çatık kaşlı göstermiş oluruz.

Hazreti İsa’nın doğum günü ise yeni yıl, Hazreti İsa da İslam peygamberi değil midir? Hazreti İsa da “peygamberlerimiz”den biri değil midir? Öyleyse, çocuğumuza, en azından Meryem Suresi’nin merkezindeki İsa’nın doğumu üzerinden muhatap olalım. Görüleceği üzere Kur’ân “Müslümancı” bir kültüre yaslanmak yerine, insan-eksenli, fıtrat-odaklı bir b/akışa kapı aralar.

İlke basittir: Yeni olan umut vericidir. Taze olan sevinç kaynağıdır. Bu sade fıtrat ilkesini yok sayarak, insan doğasını gözden çıkararak verdiğimiz mesaj zoraki olacak, naylon duracaktır. Yeni yılın gelişi-ister ay takvimine göre, ister güneş takvimine göre olsun-önemlidir. Bunda yadırganacak bir şey yoktur. Hazreti İsa’nın doğum günü ise yeni yıl, Hazreti İsa da İslam peygamberi değil midir? Hazreti İsa da “peygamberlerimiz”den biri değil midir? Öyleyse, çocuğumuza, en azından Meryem Suresi’nin merkezindeki İsa’nın doğumu üzerinden muhatap olalım. Görüleceği üzere Kur’ân “Müslümancı” bir kültüre yaslanmak yerine, insan-eksenli, fıtrat-odaklı bir b/akışa kapı aralar. Çocuğumuza vereceğimiz mesaj belli: “Yeni yılı heyecanla karşılayalım elbette! Evi süsleyebilirsin. Bunun için çam ağacına ampul takmak zorunda değiliz. Belki bir çam fidanı dikebiliriz. Pencereleri süsleyebiliriz. Hatta kalbimizi bile süsleyebiliriz. Yeni şeyler yapmaya karar verebiliriz. Kendimizi de yeni yıl için yeni bir insan yapmaya hazırlayabiliriz. Niye olmasın?”

Yaşanmakta olan bir umudun içine dâhil edebiliriz çocuğumuzu. Yaklaşmakta olan bir sevince ortak olabiliriz. O sevincin ve umudun enerjisiyle hayret etmek ve minnet duymak gibi mümince bir hasleti başlatabiliriz. Öğrenebiliriz. Öğretebiliriz. Bu yüksek enerjiyi yok etmek yerine, yönetmeyi deneyebiliriz.

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar