Yıllar önce “söz ahlakı”na dair Söz Yangını kitabıma son şeklini vermek için çalışırken, notlarım arasında şu hadisi bulunca, irkildim: “Gıybet, zinadan beterdir.” “Nasıl yani?” diye itiraz eden iç sesimi susturamadım. Söz Yangını‘nda bu hadisi alıntılamadım çünkü gıybet gibi “harcıâlem” sayılan bir günahın, bir kez yaşandı mı insanın hayatını kökünden değiştiren, itibarını yerle bir eden, cinayet sebebi olan zina gibi ağır bir günahla kıyaslanması tuhaftı.

İnsan bu; ne kadar kaçsa da günaha düşer, uzak durmak istese de kötülüğe bulaşır. Masum kalamaz. İnsanın masum kalması imkânsızdır; masumiyet diye bir erdemi de olamaz. İnsanın sürdürebileceği, güç yetirebileceği erdem, mahcubiyettir. O halde soralım: “Hangi günah daha çok mahcup eder insanı? Gıybet mi? Zina mı?”

Aklıma Said Nursi’nin hayatî uyarısı düştü. “ayakta bevletme[yi] zina derecesinde göstermek veya bir dirhemi tasadduk etmek, hacca mukabil tutmak gibi muvazenesiz sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar. …[V]âiz hem hakîm, hem muhakemeli olmalıdır.” Gıybetin zinadan daha berbat bir kötülük olduğunu, gerekçesini belirtmeden yazarsam, kimileri zinanın gıybetten daha hafif bir günah olduğunu sanacaktı.

Yazarken temel bir ilkeye uymaya çalışırım. İçimde karşılığını bulamadığım bir sözü, sadece bilgi olsun diye alıntılamam. Altını dolduramayacağım sözü nakletmem. Bu hadis metnini, varoluşsal karşılığına dokunmadan aktaracak olursam, hem metne haksızlık edecek hem de, Said Nursi’nin uyarısınca, zinayı gıybetten hafif gösterecektim.

Derken bir gece şehirlerarası bir yolculuktayken, Kırşehir civarında uykum açılsın diye radyo kanallarını karıştırıyorum. Pek dinlemeyi tercih etmediğim bir FM kanalından şöyle bir cümle duydum: “Bazı günahlar vardır; tövbesinin yolunu kapatır.” “Nasıl yani?” Uykum açıldı. Yoldan çıktım. Arabayı kenara çektim.

Söz Yangını‘nı yazarken kenara koyduğum o hadis metnine dair isyanım ile bu cümleyi alt alta koydum. “Allah’ım sen ne güzelsin!” diye bağırdığımı hatırlıyorum karanlıkta. “Doğru ya, gıybet ile zina arasında bir karşılaştırma yapılacaksa, tam da bu yüzden yapılmalıydı: Gıybet kendi tövbesinin yolunu kapatıyordu.

“Allah’ım sen ne güzelsin!” diye bağırdığımı hatırlıyorum karanlıkta. “Doğru ya, gıybet ile zina arasında bir karşılaştırma yapılacaksa, tam da bu yüzden yapılmalıydı: Gıybet kendi tövbesinin yolunu kapatıyordu.

İnsanı zaaflarıyla bilen hikmet ehli, Kur’ân’ın insanın kırılganlığını gözeten üslubunu, âlemlere rahmet Resulullah’ın[asm] şefkat yüklü nazarını kuşanarak, her düşmüşe ellerini uzatırken şunu bilirler: “İnsanı mahveden günahın kendisi değil, günahını günah bilmemesidir. Çünkü günahını günah bilen, günahından tövbe eder. Ayıbını ayıp gören, ayıbından temizlenmek ister. Günahının günah olduğunu fark etmeyen, günahı çoğaltır, kötülüğüne gerekçeler bulur.

İnsanı “Âdem soylu” olmaya götüren yol, günahlardan dönüş, ayıplardan utanış, düşüşlerden kalkıştır. Bir kötülüğün o kötülüğü yapanı kötülük olmadığına baştan ikna etmesi, kötülükten dönüş yolunu kapatır, düşüşlerden kalkışları engeller.

İnsan bu; ne kadar kaçsa da günaha düşer, uzak durmak istese de kötülüğe bulaşır. Masum kalamaz. İnsanın masum kalması imkânsızdır; masumiyet diye bir erdemi de olamaz. İnsanın sürdürebileceği, güç yetirebileceği erdem, mahcubiyettir. O halde soralım: “Hangi günah daha çok mahcup eder insanı? Gıybet mi? Zina mı?”

Gıybet, kendini haklı çıkaracak gerekçeler bulmakta ustadır: “Olanı söyledim zaten!” “Söylediklerim doğru ki…” Gıybet, insana düşüşünü hatırlatmaz. Gıybet insana ayıbını göstermez. Gıybet, kolay kolay kınama konusu olmaz; aksine, teşvik edilir. Gıybet için partner bulmak, zina için eş bulmaktan daha kolaydır. Herkes diliyle ve kulaklarıyla gıybete ortak olmaya hazırıdır. Gıybet yapmak için gizli bir köşe, gözlerden uzak bir oda bulmak gerekmez. Tavafta, Arafat’ta, hutbe dinlerken camide bile yapılabilir. Gıybetçi soyunmak ve saklanmak gibi bir zahmete katlanmak zorunda değildir.

“Kırkından sonra azanı teneşir paklar” sözünü gıybetçi için söylemezler. “Evli barklı adamsın, utanmıyor musun yaptığından?” diye siygaya çekmezler gıybet edeni, laf taşıyanı, goygoyculuk yapanı. Hakkında konuşulan kişi/ler ortamda olmadığı için “dilsiz” “kulaksız” “elsiz” sayılır söz ahlaksızlıklarında. Kur’ân’ın ifadesiyle adamın/kadının ölüsüne saldırılır, ölü eti çiğnenir. Kim olursa olsun, insan, hürmeti en çok hak ettiği yerde aşağılanır, üzerine çamur atılır.

Gıybet, kendini haklı çıkaracak gerekçeler bulmakta ustadır: “Olanı söyledim zaten!” “Söylediklerim doğru ki…” Gıybet, insana düşüşünü hatırlatmaz. Gıybet insana ayıbını göstermez. Gıybet, kolay kolay kınama konusu olmaz; aksine, teşvik edilir. Gıybet için partner bulmak, zina için eş bulmaktan daha kolaydır. Herkes diliyle ve kulaklarıyla gıybete ortak olmaya hazırıdır. Gıybet yapmak için gizli bir köşe, gözlerden uzak bir oda bulmak gerekmez. Tavafta, Arafat’ta, hutbe dinlerken camide bile yapılabilir. Gıybetçi soyunmak ve saklanmak gibi bir zahmete katlanmak zorunda değildir.

Bir adamın ya da kadının canından değerli olan itibarını ayaklar altına alır söz ahlaksızı. İnsanın hayatından daha öncelikli olan namusuna suikast düzenler söz namussuzu. Kurbanının onurunu kurşuna dizer dil mafyası.

Daha korkunç olanı, dil ahlaksızını kınamayız, durdurmayız; iyice yüreklendiririz. Dudaklarıyla günah işleyeni, nefesleriyle suikast yapanı, kelimeleri öfkesinin şarjörüne dizeni alkışlarız. Garip ki diliyle düşen, sözüyle savrulan kardeşimize de hatadan dönüş yolunu elbirliğiyle kapatırız.

Şimdi başa dönelim ve hadis diye nakledilen bu sözdeki şefkatli uyarıya insafla kulak verelim: “Gıybet zinadan beterdir.” Gıybetle kirlenmiş dillerimizi, goygoycuların kokuşmuş sözleriyle gebe bırakılmış kulaklarımızı, laf taşıya taşıya sokağa düşmüş nefeslerimizi şu suskunluk günlerinde “dönüş yolu”na düşürelim.

Dudaklarımızın arasında hazır duran günaha, apış aramızda fırsat kollayan günah kadar duyarlı olalım, derim.

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar