Enkazın altında küçük bir oyuncak ayıcık dikkati çekiyor. Yumuşak tüyleri üzerindeki çocuk dokunuşları sıcacık. Boncuk gözlerine değen, değdikçe çoğalan hayat dolu bakışı, oyuncağın sahibini arıyor arama kurtarma ekipleri.

Nefese nefese sokuluyorlar beton blokların arasına. Hem mekan hem de zaman dar! Hiç olmazsa biri geniş olsaydı diyor insan. Çok değil birkaç saat önce içlerindeki boşlukta mahrem neşeler, sessiz umutlar saklayan sağır betonlar, yılların verdiği alışkanlıkla, yine saklıyor neşeleri, yine uzakta tutuyor umutları.

Uzaya bakar gibi bakıyorum oyuncak ayıcığa. Rilke’nin sancılı dizeleri refakat ediyor şaşkın kalbime: Nice uzak her şey/ve çoktan geçmiş./Sanırım parıltı aldığım/o yıldız ölmüş/binyıllardan beri…”

Astronomlar hep hatırlatır: “Örneğin on bin ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızı seyrediyorsanız, on bin yıl önceki yıldızı görüyorsunuz. Yıldızın kendisi çoktan ölmüş olabilir!” Baktığımız bir yıldız değil ölü yıldız fotoğrafı olabilir!

Bu satırları yazarken haber düşüyor ekrana. “Enkaz altındaki çantadan çıkanlar ise polis ve AFAD ekiplerini duygulandırdı. Adının Emine Kavak olduğu belirlenen depremzedenin deprem öncesinde, mevcut borçlarını bir kâğıda yazdığı, ödemek için de bir miktar para ile birlikte kâğıdı aynı poşete koyduğu görüldü.” Borçları ödemeyi planlayacak bir hayat umudunun pırıltısı bu. Emine Hanım orada mı bilmiyoruz; on bin ışık yılı uzaklıktaki yıldız gibi.

Deprem, düştüğü yeri yıkmakla kalmıyor. İçimizde sakladığımız, üzerini sıvayla örttüğümüz kırılganlıkları da ifşa ediyor. Sair zamanlarda kendimize daha geniş bir yaşama alanı açmak için kırdığımız, azalttığımız, yok saydığımız duygusal kolonların üzerini de açıyor, ihbar ediyor bizi. Başkalarının canlarını önemsemeyi yeniden öğreniyoruz. Hiç tanımadığımız bir insanın sevinciyle sevinmeyi seviyoruz. Uzakta bir kalbin odacıklarında devinen kanın görünmez bir damardan, gizli yollardan kendi kalbimize akıştığını duyumsuyoruz.

Enkaz altındaki cılız bir çocuk nefesinin bizim kendi çocuklarımızın nefeslerini tazelediğini görüyoruz. İnceleme ekipleri gelmeden, gizlice, daha önce kırdığımız kolonu yerine dikmeliyiz vesselam. Yıkık kalmalı duygusal binamız. Depreme dayanıklı yaptığımız ruhumuzu, depreme dayanıksız yapmanın bir yolunu bulmalı. En ufak bir sarsıntıda titresin, sarsılsın, yerle bir olsun…

Duamız olsun ki o ayıcığın adını bilen çocuk uyansın, gelsin, bizi de uyandırsın. Avuçlarımıza Rilke’nin duasını koyup gitsin: “Kalbimin içinden dışarıya/kocaman göğün altına çıkmak istiyorum./Ve dua ediyorum arzuyla/yıldızlardan biri/bari biri/hâlâ gerçek olsun.”

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar