Bir ara, ama belli ki bundan sonra hiç ara vermeden, “şeyh” “sarık” “tarikat” “mürid” “taciz” “cinsel istismar” kelimelerinin beraberce geçtiği cümleler kuruldu, kurulacak. Tuhaf duruyor da olsa, bunda şaşılacak bir şey yok.

Niye mi?

Sorgulanamaz olarak icat edilmiş ve dokunulmaz olarak kurgulanmış bir “kutsal”, her dönem etkili bir araç olarak iş görmüştür. Kutsal’ın kaynağı ve referansı olarak zikredilen Yaratıcı’nın yaratmasında, kutsal ve kutsal-dışı diye bir ayırım yoktur. Bu kurgulanmış bölünme, özünde eşit olan var edilmişler arasında hiyerarşi oluşturur; bu da üst-ast pozisyonları var eder, sonuçta yaratılmış eşitler arasında itaat edilen-itaat eden aksında yürüyen, emir-komuta zincirinin geçerliği olduğu bir ilişki dizgesi başlatır.

İnsanı iradesi ve aklıyla var eden Yaratıcı, seçimde bulunma, tercih yapma gibi bir varoluşsal ödev verir insana. Sorgulamak, aklın fonksiyonudur; anlamanın şartıdır. İtiraz etmek ise, sahih bir kabullenmenin istediği sancılı bir emektir. Ne var ki bir ucuna kutsalın, diğer ucuna kutsal-olmayan’ın konduğu düzende, sorgulamak ve itiraz etmek ayıplanır. Anlamak, sorgulamamak olarak kodlanır, kabullenmek ise düşünme eyleminden arındırılır. İcat edilmiş kutsallık karşı konulmaz bir iktidar enstrümanı haline gelir.

Ortaçağ’da kurumsal olarak kurgulanan “kutsal iktidar” makro alanda iş gördüğüne göre, tüm çağlarda, “sarık, sakal, tesbih, şeyh, mürşit, mürit, tarikat, cübbe, hacı, hoca” üzerinden sorgulanmaz bir mikro-iktidar kurmak mümkündür. Böylesi de akıl örtülmesi sağlar; yukarıdaki kutsanmışlardan aşağıdaki olağanlara doğru emir yağar.

Bu tezgâhın kurucusu “din” değil; “din”i bir sıfat olarak omuzuna yapıştırıp oradan ayrıcalık ve erk devşirmekte ustalaşmış “kutsal muktedir”lerdir. Kutsal işe yarar bir kılıftır. Kılıf, içindekini saklama konusunda başarılı olduğu kadar içindekini aklama konusunda da başarılıdır. Kılıfın içinde saklanan ‘şey’ olur da bir gün açığa çıksa da, kılıfının rengini almıştır ve ‘temiz’dir.

Bu tezgâhına satıcılarını haklı çıkaran “müşteriler”inin kesintisiz talebi ve gönüllü onayıdır. Alan memnunsa, satan zaten memnundur. Hatta öyle ki satanlara dair en ufak bir eleştiriyi en önce kandırılmış alıcılar göğüsler.

İtiraf edelim ki, ayıpladığımız ve ‘kutsal alan’la yan yana gelmesinden rahatsız olduğumuz “tecavüz” ve “taciz” bedensel ve cinsel olarak değil, ruhsal ve zihinsel olarak sistematik olarak yapılıyor. Bedensel ve cinsel olanı sadece sonuçtur. İnsan iradesinin hareket alanını kısıtlamak ruhsal tecavüzdür; insan aklının devinimini kesmek zihinsel tacizdir.

 

Dediğimdeyim; bunda şaşılacak bir şey yok!

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar