1. Kendi sözünü Allah’ın sözüne eşitlemek: “Ben Allah’ın âyetlerini konuşuyorum!”

Senin sözün Allah’ın sözüne eşitlenemez; çünkü seçtiğin âyeti söylemek üzere seçtiğin bağlam sana aittir; yanılıyor olabilirsin. Senin sözün Allah’ın sözü değildir; çünkü senin söylediğin, Allah’ın sözünden ne anladığındır. Sen yanılıyor olamaz mısın?2.

2. Kaynaklara doğrudan erişimde cesaret kırıcı olmak: “Sen Kur’an’ı anlayamazsın!”

Anlamak, bir çabadır; çabalayan herkesin işidir. Anlama çabasının içinde ‘yanlış anlama’ da olabilir. Ki doğru anlamanın bedelidir bu.

3. Kendi inancını ve görüşünü ‘Ehl-i Sünnet,’ ‘Kur’an,’ ‘cihad’ gibi dokunulmazlığı olan kavramlarla mutlaklaştırmak.

Böyle yaparak, bu özel kavramları kendine zırh haline getirdiğinin farkında olmalısın. Hakikat, senin anlayışına mahkûm değil. Gerçek, senin ceketinin iç cebinde olmak zorunda değil. ‘Doğru yol’ dediğin, senin gibi olmayanları/senin gibi giyinmeyenleri/senin gibi düşünmeyenleri de kabul edecek kadar geniştir. Kendi yolunu ‘Ehl-i Sünnet’ diye tarif ederken, ‘sünnet yolu’nu daraltıyor ve tekeline alıyorsun.

Düşünmenin cemaat halindeki hali, istişaredir; düşündüklerimizi paylaşmaktır. Her birimizin diğerine fikir verirken, diğerinden de fikir olmaya açık olmasıdır. Cemaat adına üretilmiş bir düşüncenin herkese benimsetilmesi, istişare değil, işgaldir.

4. Farklı düşünenleri ‘yoldan çıkmak’la, ‘fitne çıkarmak’la nitelemek, sonunda ‘şefkat tokadı yemek’le tehdit etmek.

Senin gibi düşünmeyenlerin derdi ‘sen’ değilsin. Senin görüşüne katılmadığı halde senin kişiliğine saygı duyabilir insan. Senin görüşün senin kişiliğin değildir; bunu gayet iyi biliyor olman gerek. Zaman zaman yanıldığın olmuş, kendi görüşünü revize ettiğin de olmuştur. Kendi fikrine katılmayanın tavrını kişisel algılıyorsun. Farklı görüşleri kendi üzerine doğrultulmuş düşmanca oklar olarak görüyorsun. Ama sadece görüyorsun; gerçek bu değil. Gerçek olmadığı halde gördüğüne rüya denir. Uyanma vaktin gelmedi mi?

5. Bağımlı kişilik geliştirmeyi ve insanları ‘çocuk’ ego-durumuna sokmayı ‘teslimiyet’ diye adlandırmak.

Teslimiyet, düşünmeden teslim olmak değil; gerçeğe düşünerek, aklını kullanarak tâbi olmaktır. Bir nehre yüzerek teslim olursun; kendini boğarak değil. Yüzmek, o nehre aktif katılımdır. Yetişkin bir insan kendisi karar alır ve kararının bedelini ödemeyi göze alır. Çocuk, kendi adına alınan karara uyar; tercihinin bedelini ödemek zorunda hissetmez. İnsana irade veren Rabbi, insanın kendine verilen iradesini kullanmasını bekler. İnsana farz olan, seçimlerde bulunmaktır. Bizim adımıza seçilmişleri seçmek, bize bahşedilen iradeyi israf etmek demeye gelir. İki yetişkin arasındaki ilişki, birinin diğerine tâbi olmasıyla değil, birbirleriyle tartışarak, farklı düşünceleri ve seçenekleri tartarak yürür.

6. Günahkârlık ve suçluluk duygusunu bağımlılık sebebi haline getirmek: “Sadece burada bağışlanırsın!” “Şeyhi [bizim şeyh] olmayanın şeyhi şeytandır.”

İyi niyetini anlıyorum ama, hakikatin yolları tek-yol olamaz. Hakikate giden yollar, renkler ve çiçekler gibi muhteliftir. Çeşitlilik ve farklılık Yaratıcının tercihidir. Tek-tip ve üniforma diye bir tercihi yoktur Allah’ın. Hatasını hata bilen Rabbine döner; sana ya da senin şeyhine değil. İnsanın Rabbine dönmesi, kendine dönmesidir; her insana, sen ya da şeyhin, kendine giden yolunu açmakla görevlisin. Yolu kendine kilitlemek, başka birşeydir. Kuşun uçmasını istiyorsan, ona kanatlarını hatırlat. Kanatlarını kırıp kendi sırtında taşımaya kalkma! Kanatlarını hatırlattığın kuşa, sınırsız gökyüzünü hediye edersin. Kardeşinden de hakikatin göğünü esirgeme.

Hakikat, senin anlayışına mahkûm değil. Gerçek, senin ceketinin iç cebinde olmak zorunda değil. ‘Doğru yol’ dediğin, senin gibi olmayanları/senin gibi giyinmeyenleri/senin gibi düşünmeyenleri de kabul edecek kadar geniştir.

7. Kendi şeyhini/mürşidini/hocasını/abisini/ablasını ‘dokunulmaz’ ve ‘sorgulanmaz’ otorite haline getirmek: ‘Hızır makamı’nda olmak. “Hikmetinden sual olunmaz!” demeye getirmek.

Hızır ile Musa kıssasında senin de yerin, benim de yerim Musa’nın tarafıdır. Görünüşteki adaletsizliğe, hikmetsizliğe itiraz etmemiz istenir bizden. Hz. Musa, itiraz ederek Hızır’ın temsil ettiği hikmete erişir. Hepimiz hazır bulduğumuz bu varlığa, Musa’nın Hızır’a refakat etmesi gibi refakat ederiz. Hızır’ın yanından Hızır’ın yerine geçmek diye yetkimiz yok. Hızır’dan açıklama bekleriz Musa gibi. Ancak sual edersek, hikmet ortaya çıkar.

8. Güç ve iktidar sahibi olmayı ve servet edinmeyi ‘hizmet’ adı altında kutsallaştırmak. Kutsallaştırılmasa da, birincil amaç haline getirmek.

Güç ve iktidar helaldir. Servet de mal da meşrudur. Gücü ve iktidarı, servet ve malı hakikatin hizmetine vermek güzeldir. Ancak bir süre sonra, ‘hizmet’ güç ve iktidarı kendisini hizmet ettirir hale gelebilir. Örneğin, aynı güç ve imkânı, yine hizmet amaçlı çalışan bir başkasında gördüğünde memnun olabiliyor musun? Bu konuda nerede durduğunu anlamak istersen, şunu sormalısın kendine: Öncelediğim, ‘hizmet’ dediğimi benim yapmam mı, yoksa o ‘hizmet’ dediğimin benden önce, ben olmadan, belki benim yapacağımdan daha iyi yapılması mı?

Hızır ile Musa kıssasında yerimiz Musa’nın tarafıdır. Hızır’ın yanından Hızır’ın yerine geçmek diye yetkimiz yok. Hızır’dan açıklama bekleriz Musa gibi. Ancak sual edersek, hikmet ortaya çıkar.

9. Hazır düşünceleri, emek verilmiş ve uğrunda akıl teri dökülmüş düşüncelerden üstün tutmak. ‘Düşünce faizi’ yemek; emeksiz kazanç yollarına başvurmak.

Düşünmek, bireysel bir yolculuktur. Aynı halatı birlikte çekebiliriz; aynı taşı beraberce kaldırabiliriz. Ne var ki, düşünürken, herkes yalnızdır; bir başınadır. Bir düşüncenin inşasında bireysel katkıda bulunmak, o düşünceyi daha değerli ve daha özel yapar. Yokuşunu çıkmadığın düşüncenin tadını alamazsın. Kışında üşümediğin düşüncenin baharından keyif alamazsın. Düşünmenin cemaat halindeki hali, istişaredir; düşündüklerimizi paylaşmaktır. Her birimizin diğerine fikir verirken, diğerinden de fikir olmaya açık olmasıdır. Cemaat adına üretilmiş bir düşüncenin herkese benimsetilmesi, istişare değil, işgaldir. Emek vermeden, alın teri dökmeden para kazanmak helal olmadığı gibi, akıl teri dökmeden düşünce sahibi olmak de helal değildir.

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar