Şöyle diyor dostum gazeteci Kemal Öztürk: “…Bilim insanlarımızın neredeyse tamamı, gençler arasında deizm, ateizm gibi akımların olmadığı konusunda ittifak ettiler. Kelâmcıların, felsefecilerin ve ilahiyatçıların genelde yaptığı budur. Mevcut durum, daha önceki verilere, kalıplara uymuyorsa, yok hükmündedir derler!” Akademi camiasından umutlu değil. Ben de umutlu değilim. Sıcacık cıvıl cıvıl akan gerçeğe değil de, soğumuş ve donmuş kalıplara sadık akademi. Dini, varoluşsal temellerden başlayarak anlatan Kur’ân’ın üslubunu dikkate almıyor akademisyen teologlar. İnsanı, temel sancılarından başlayarak inşa eden Rabb-i Rahim’in müfredatını yok sayıyor olmalılar. Varsa yoksa “muamelât meseleleri”ni gündemde tutuyorlar. “Şu haram, bu helal, şu mubah!” derken, çekişmeler ve kavgalara kalıyor sahne…

Kur’ân’ın ilk dörtte üçü Mekkîdir. Mekke’de inen ayetler insanı yeni baştan inşa eder; insanı düştüğü yerden kaldırmak için iç acılarına eğilir. Kur’ân’ın son dörtte üçünün içinde dar bir gündemdir emir ve yasaklar diye bayraklaştırdığımız konular. Alkol yasağı gibi önemli ve anahtar bir yasağı gündeme getirmek için bile, iyi düşünün, Allah tam 17 yıl bekliyor. Bir diğer ifadeyle, sözünün neredeyse 100’nün 90’ını muhatapların sarhoş olup olmamasına aldırış etmeden söylüyor. Sahi modern teologların, sözüm ona din adamlarının içki içen komşularına, konuyu içkiye getirmeden söyleyeceği sözleri var mı? Yoksa tüketmişler midir Kur’ân’ın varoluşsal söylemini? Kur’ân’ın son dörtte birinin dar bir bölümü olan davranış değişikliği teklifini ilk dörtte üçteki ikna dersine dayandırır Rabb-i Rahim.

Anlayın ki, Allah, sonsuz kudretine rağmen, sınırsız mülkiyeti ortadayken, insana ‘teklif etme’ nezaketi gösteriyor. Zorlamıyor; zorla yaptırmıyor istediğini. Gönüllüce kulluk bekliyor kulundan. İradesine hürmet ediyor. Özgürlüğünü incitmeden; sırf istediği için, sadece ikna olduğu için tâbi olmasını bekliyor insanın. Temelsiz bir zorlamaya tâbi tutmuyor kulunu Allah. Zorbalığı ne insana ne kendine yakıştırıyor. Önce insanın özgürlüğünü garanti ediyor; her aşamada insanın onurunu ve izzetini önceliyor.

Ne var ki, bu uzun ve zahmetli müfredat, çok ilgi çekmiyor. Din otoriteleri, kestirme yola başvuruyor; ateşle korkutarak, cehennemle tehdit ederek-ister-istemez-kul olmaya zorluyor insanları. Yaratıcının insana irade verme iradesini hiç sayarcasına, insanın özgür iradesini yok sayıyor; ciddiye almıyor, göz ardı ediyor. Bir an önce namaza başlasın da gençler; nasıl olursa olsun. Emir ve yasakları detaylıca öğrensin de genç kızlar, kendilerine çekidüzen versin. Bu anlayış, gençlerin ruhunu yok sayarak, kalplerini küçümseyerek, gövdesini itaate çağırıyor. Kalbine değil kaslarına muhatap oluyor insanın. Kalıbına müşteri oluyor, kalbini doyumsuz bırakıyor. “Secde dediğin kafaya yere koymaktır; kalpsiz olsa da olur” diyorlar. Oysa bilmiyorlar ki “haram” kelimesi “yasak” kelimesinin muadili değildir. “Haram”ın içinde “hürmet” vardır, “saygı” vardır. Bize “yasak” diye duyurulan eylemler, insanın kendi fıtratına saygısı temelinde şekillenir. Allah demek istiyor ki, “kendi doğana hürmetin varsa, bunu yapma… Sana yakışmaz bu!”

İnsanı kalbiyle yaratan, kalbine dokunmaz mı hiç? İnsana ruh üfleyen o ruhu kudret ve merhamet elinde ağırlamak ve nezaketle nazlamak istemez mi hiç? Aksi mümkün mü ki? Ama bu sırrı anlamak ve anlatmak zahmetli. Üstelik sessiz ve para etmez. Televizyoncularımız sakin konuşanları, hakikati ayağa kaldıranları, onarmak için çabalayanları ciddiye almıyor. İşe yaramıyor; kavga çıkarmıyorlar çünkü. Bu da reyting yapmıyor, reklam getirmiyor, para kazandırmıyor.

O reklamların bedelini kim mi ödüyor? On beş yaşındaki ergen oğlanlar. On iki yaşlarındaki şaşkın kızlar. Gözlerini kaldırdıklarında din adına gördükleri hep polemik, hep kavga oluyor bu yüzden. Biraz da köpürtülmüş menkıbe. Az da acılı hurafe… Kalpsiz emirler. Gönülsüz farzlar.

Böyle anlatılanı “din” sanıyorsa genç kız ve delikanlılar, kalbiyle ve ruhuyla var olmaya en çok muhtaç olduğu dönemde, kalpsiz ve ruhsuz emirler alıyorsa, bulanık ve karmaşık mesajlar duyuyorsa, insan olduğunu unutmuş tuzu kurulardan hatasız günahsız kul olma telkini işitiyorlarsa, “Din buysa, ben yokum!” niye demesin ki? Dahası tam da bu cümleyi kurduğu için niye haklı sayılmasın ki?

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

3 Yorum

  1. Betül Tuna 9 Ağustos 2024 at 10.13 - Yanıtla

    Ben bir türlü anlayamazdım
    insanlar neden peygamberimizi bu kadar seviyor, getirdiği haberler yakan yıkan bir yaratıcının habercisiydi. Üstelik büyük çelişkiler vardı kendisi bu kadar güler yüzlü iken Rabbi nasıl böyle öfkeli idi veya yakıp yıkmak isteyen o güç neden yaratmak istesindiki bizleri. Sonra sizin anlatılarınıza yazılarınıza denk geldim Yaratanın Aşktan başka ateşi olmadığını öğrendim. Aşk içinde sadece yakmıyor üstelik aşk içinde yanıyor kulum bu günde bir şeyler keşfediyor işte bu benim kulum işte beni tanımaya başlıyor evet evet kendi iradesiyle benliğini ortaya koyuyor.Ne de güzel bir sabırla bekliyor adam olmamızı kendimizi bulmamızı,bizden çok yanıyor bizim için yanıyor üstelik heyecanla sevgiyle aşkla umutla.
    Ne güzel demişsiniz Senai dedem haramın içinde hürmet ve saygı var bak işte yine kendimize hürmetimizde saygımızda kusur etmeyelim diye aşkla yanıyor yaratan.
    Benim peygamberim işte şimdi güler yüzlü işte şimdi Rabbini temsil ediyor ve işte ben tam da şimdi kendi irademle seviyorum peygamberimi.
    Senai dede, Rabbimin sözünü doğru anlayalım diye bu kadar emek verdiğin için teşekkür ederim en az bizlere ektiğin umut kadar yeşeresin inşallah.

    • Senai Demirci 10 Ağustos 2024 at 03.02 - Yanıtla

      Teşekkür ederim canım kızım… Senin tebessümünün sebebi olmak yeryüzünün en güzel makalesidir.

      • Betül Tuna 10 Ağustos 2024 at 16.48 - Yanıtla

        :))))))

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar