İnsana dair “ahsen-i takvim” ifadesi, insana ayrıcalık vermez. “En güzel kıvam”da değil, “en güzel kıvam”ı bulmak üzere yaratılmıştır. “En güzel”e doğru kendini yoğurma/kıvamlama ödevi almıştır. “Ahsen-i takvim” insan doğmakla alınan ödül değil, doğumla başlayan ödevdir.İnsan, bulunduğu tüm bağlamlarda, ötekiyle kurduğu ilişkiler üzerinden kendisiyle kurduğu ilişkiyi hatırlar, yönetir ve düzenler. Başına gelenlerden ibaret değildir insanın hayatı; başına gelenlere verdiği cevaplardır. Gemi, denizi yönetmez, dalgalara verdiği cevapla gemi olur.

Bulunduğu bağlamda, başına gelen olayı nasıl yaşadığı, nasıl deneyimlediği ve zihninde nasıl kurguladığına göre, “ahsen”e, “en güzel”e doğru kıvamlanır insan. “İkra”, insana bağlam içinde olduğunu hatırlatır. “Bütünün parçasısın” der. Ve “parçaların bütünüsün de!” der.

Vahiy, insanın yeryüzündeki bağlamını, kozmosun içindeki yerini gözetir ve hatırlatır. “İkra!” derken, insanın iki temel gerçeğini onaylar: 1. Sen bütünün içinde bir parçasın. 2. Sen parçalardan ibaret bir bütünsün. Parça olan can yakabilir. Parçalı olanın canı yanabilir.

Vahiy, insanın yeryüzündeki bağlamını, kozmosun içindeki yerini gözetir ve hatırlatır. “İkra!” derken, insanın iki temel gerçeğini onaylar: 1. Sen bütünün içinde bir parçasın. 2. Sen parçalardan ibaret bir bütünsün. Parça olan can yakabilir. Parçalı olanın canı yanabilir.

“Kalem gibi”dir insan. Yaralar bulunduğu yüzeyi. Yaralanır da. Yaralandıkça yaralaması artar. Parçalarının hakkını vermediğinde canı yanar. Bütünün içindeki parça olduğunu görmedikçe azar; kibirlenir. kendisini kendine yeter sandığı bir ömürlük uzun ve derin rüyaya kanar.

“Kalem gibi” olduğunu fark ederek öğrenir ki kendi başına buyruk değildir; kendine yeter değildir. Başını duvara vurduğunda, teni yırtıldığında, derinlerinde aşk diye bildiği cevher taştığında anlar kendisinden fazlası olduğunu.

Vahiy, insana ayna tutmak üzere iner. İnsanı insana anlatır. Varolmanın dayanılmaz ağırlığını omuzlar. İnsan olmanın çelişkilerine refakat eder. İnsanın derinlerinde hissettiği ama üzerini kapattığı sancıları kristalleştirir. Tanımlayamadığı acılarını söze döker, seslendirir.

Vahiy, insana ayna tutmak üzere iner. İnsanı insana anlatır. Varolmanın dayanılmaz ağırlığını omuzlar. İnsan olmanın çelişkilerine refakat eder. İnsanın derinlerinde hissettiği ama üzerini kapattığı sancıları kristalleştirir. Tanımlayamadığı acılarını söze döker, seslendirir.

Kendi bağlamını okuyamayan, kendi insanlığına dokunmayan, yaralarını fark etmeyen, ne kadar dindar olursa olsun, hafız da olsa, defalarca Kur’ân’ı hatmetse de vahyi zorlu bir vecibe sanır; üzerine yük alır. Vahiy, yakın bir dost gibi, samimi bir kanka gibi yük alır, yük olmaz.

Sonuç olarak, vahiy insanı ‘ben bana yeterim’ rüyasından uyandırarak yorumlar, rahmetinin rahmine sararak doğurur, acılarına refakat ederek, şaşkınlıklarını kucaklayarak, yaralarına dokunarak, ‘en güzel kıvam’a doğru yoğurur.

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

2 Yorum

  1. Eda Okur 27 Mayıs 2023 at 13.00 - Yanıtla

    Lisedeyken Senai Demirciyi takip etmeye başlamıştım. O zamanlar sosyal medya bu kadar yaygın degilken blogundan takip ediyordum bi kaç ismi. Nasıl kalbe dokunurdu Demirci benim için. SOnra ünv deyken her kitabını ayrı ayrı okudum. Şimdi bilgisayarda çalışırken aklıma düştünüz acaba dedim hala blogu var mıdır? Ve girip baktıgımda okudugum ilk yazınız.. Dimağımda harika bir tat bıraktı,beni eskilere götürdü. ELinize kaleminize sağlık hocam.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar