Yûsuf Kıssası, iç içe üç rüya üzerinde yürür. Bu üç rüya hem birbirini kapsar hem birbirini yansıtır. Bu üç tür rüyanın her biri Yûsuf’un [as] yüzünde dünyadaki üç “esef”i temsil eder. Her yeni rüya bir önceki rüyada fark edilmeyen bir hüsranın habercisi olur. Her rüya bir önceki rüyayı çevreleyen uykuyu deşifre eder. Her yeni rüya bir önceki rüyacıya uyanıklık diye gördüğünün rüya olduğunu gösterir.
Rüyalar, farklı pozisyonlardaki Yûsuf’ların adı olur. Her pozisyondan çıkış bir sonrakini hazırlar. Her yükseliş, bir önceki düşüşü göz önüne getirir. Her üst görüş bir aşağıdaki gafletin hüznünü seslendirir. “Yâ esefâ” feryadı olur. Arapçada ‘yûsuf’ sesi ile “ey benim kederim” anlamındaki ‘yâ esefâ’ sesi örtüşür. Kıssada her ‘Yusuf’ dendiğinde bir kederin sesi duyulur, daha önceki rüyanın kapattığı hüzünlü bir boşluğa açılır insan.
Her yeni rüya, yeni bir görüşü temsil eder. Yeni pozisyonda, daha önce fark etmediklerini fark eder Yusuf. Bu yüzden “ey, esefim!” der. Bir öncekine göre daha geniş sandığımız farkındalık alanımız, bir sonraki farkındalık pozisyonuna göre, kendimizi aldattığımız bir darlıktır. Anahtar deliğini oda ile karıştırmışızdır.
Tam burada anti-psikiyatri akımının öncülerinden R. D. Laing’in sözleri imdadımıza yetişir. Rüyaya uyarlamak için küçük bir farkla yeniden yazıyorum alıntıyı: “Gördüklerimizin alanı göremediklerimizle çevrilidir. Ancak gördüklerimizin dışındakileri görmemiz gerektiğini göremediğimiz için, göremediklerimizi görünceye kadar gördüğümüzü biricik gerçek sanırız. Yeni bir gerçeğe açılana kadar da düşüncelerimizi ve tavırlarımızı değiştirmeyiz. “
Birinci rüya Yûsuf’un gördüğü rüyadır: Yûsuf rüyadadır. Rüya gördüğüne dair sevinci Yusuf’un babasının “sakın kardeşlerine anlatma!” uyarısıyla yarım kalır; müjde diye gördüğü görüntüler hüsrana açılır. Çünkü Yusuf’un babası, Yusuf’un görme alanının dışındakileri de görüyordur. Böylece Yusuf, gördüklerini de kapsayan daha geniş bir görüş alanından haberdar olmuş olur ama rahatsız olur.
Bu rahatsızlık kaçınılmazdır ve gereklidir; çünkü vizyon sahibine, vizyon alanının bir çeperi olduğunu hatırlatır. Bu çeperin dışındaki görüntü alanı, çeperin içindekinden çok daha geniştir. Gördüğünü biricik görüşün sandığı sürece, insan o çepere yanaşamaz, yeni görüşlerle temasa geçemez. Gördüğünü ne kadar razı ise, görmediklerini görme imkânından o kadar uzaklaşır. Rüya gören, rüya gördüğünü göremez; işte bu acil bir farkındalıktır. Bu rahatsız edici farkındalık, yeni vizyonlara doğru yükselmek için gereklidir. Konfor alanını terk etmeye çağrıdır.
İkinci rüyalar grubu Yûsuf’un yorumladığı rüyalardır: Bu defa, Yûsuf rüyada değildir; Yûsuf’tadır rüya. Rüya görenlerin üzerinde bir görendir Yûsuf. Ne var ki Yûsuf da bir görendir; rüyayı yorumlamak da bir rüya olabilir. Yûsuf’un üzerinde de bir gören olacaktır. Çünkü görmelerin hiçbiri asıl Gören’in gördüğünü kuşatamaz. Her uyanıklık bir başka uykuyla sarılıdır. Yûsuf, bu haliyle, gördüğünü gördüğünden ibaret sanan uykucuları uyarır: “Gördüklerinizi çevreleyen görünmez bir alan vardır. Bu görünmez alanı görünceye kadar gördüklerinizi biricik gerçek sanacaksınız. İşte buna üzülün ve deyin ki ‘yâ esefâ”
Üçüncü rüya ise Yûsuf’un Yûsuf kıssasını okuyana gösterdiği rüyadır: Yûsuf da rüyadır. Rüya diye görülmeyen rüyadır bu. Yaşamanın ta kendisidir. Bu pozisyondaki Yusuf, kendini uyanık sananları uyandırıyor. Tüm rüyalardan uyandığınızı sandığınız bu hayatın kendisi de bir rüyadır. Bir rüya ne kadar derinse, o kadar kendini gerçek sandırır. Bir rüya var oldukça, kendini yok saydırır.
Son sözleriyle, Yûsuf kıssasını okurken Yûsuf’u başrole koyup ölümsüzleştireni hayal kırıklığına uğratır. Yûsuf, kendini “uyanık” gördüğü en derin rüyaya, yani bu hayata kanmaz. Bu rüyadan fazlası vardır gerçekte; bu dünyadan ötesi olacaktır. Kıssada anlatılan Yûsuf’u bir zamanların rüyası diye görüp de kendisinin hayatta oluşuna kananları da bir “esef” daha bekler. Yûsuf’un rüya olduğunu gören okuyucu, peki sen rüyalaşmayacağını mı sanıyorsun? Uyan!
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.