Zülkarneyn Kıssası, insanın geçmişle ve gelecekle ilişkisini aynalar. Ki “Zülkarneyn” “iki zamanlı” ya da “iki devirli” anlamına gelir. Her bir insan geçmişi ve geleceği şimdi yaşayarak var olur. Geçmişteki kayıpları yüzünden hüzünler yaşar, gelecekteki kesin kayıplar yüzünden korkuya kapılır. Şu kesin ki gelecekte ya kaybeden olacaktır ya kaybedilen olacaktır.

Ömrü insandan çok daha kısa olan bir kelebeğin iki üç günlük ömrünün hiçbir anına geçmişten gelen hüzünler ve gelecek kaynaklı korkular bulaşmaz. Ömrünün her saniyesini “ölüm-süz” yaşar kelebek. Ölünce ölür sadece. İnsan ise ölmeden önce ölümler yaşar, kayıplar deneyimler…

Zülkarneyn profilini anlatan Kur’ân Kıssası, Zülkarneyn’in önce “güneşin battığı yere gittiğini” anlatır:

Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, orada kara balçığa (benzer) bir su gözesinde (güneşi) batar buldu; ve orada yerleşik bir topluluğa rastladı. Biz “Ey Zülkarneyn!” dedik, “(Zulmederek) azab da çektirebilirsin, onlar hakkında (âdil davranarak) güzel bir yöntem de benimseyebilirsin.”

Buradan anlıyoruz ki, geçmişte kalmış hatıra benliklerimiz edilgen bir şekilde bizim onlara nasıl davranacağımızı kabullenmeye hazır halde bekler. Her insan geçmişine baktığında, şimdiki aklıyla fazlasıyla hatalar yaptığını görebilir. Bu durumda, ister her bir hatasını hatırlayıp onları lanetler ister her bir hatasının o günkü doğrusu olduğunu kabul edip o hataları şefkatle kucaklayarak verimli bir derse dönüştürür.


[Ve doğuya doğru yürüyerek] günün birinde güneşin doğduğu yere vardığında onu, kendilerini güneşe karşı bir örtüyle örtmediğimiz bir kavmin üzerine doğar buldu.

Buradan da anlıyoruz geleceğimize baktığımızda, zamanı temsil eden güneşin altındayız; zamana karşı hiçbir savunmamız yok, geleceğin getireceklerinden bizi koruyacak bir zırh ya da elbisemiz yok. Neyse onu yaşayacağız.

Zülkarneyn yani iki zamanlı adam, son olarak güneşin battığı yerden ve güneşin doğduğu yerden “şimdi bura”ya döner. Orada dilini anlamadığı/kendi dilini anlamayan bir topluluk vardır. Zülkarneyn’den kendilerine bir set örmelerini isterler. Zülkarneyn de onların katkısıyla set inşa edebileceğini söyler.

Ve derken, iki set arasında [bir yere] vardığında onların yamacında [yaşayan ve onun konuştuğu dilden] çok az şey anlayabilen bir kavme rastladı. “Ey Zülkarneyn!” dediler, “Ye’cûc ve Me’cûc ülkede bozgunculuk yapıp duruyor; derhal onlarla bizim aramıza bir set yapman karşılığında, sana bir bedel ödemeye ne dersin?”

Bu ayetlerde zikredilen Yecuc ve Mecuc, “şimdi”ye saldıran geçmiş hüzünleri ve gelecek korkularını temsil eder. Sonunda iki malzeme üzerinden inşa eder Zülkarneyn duvarı: Önce “hadid” (Arapçada “plastisitesi olan/yoğrulabilen anlamına gelir ancak çoğu kez “demir” diye tercüme edilir.) Sonra “kıtr” (Arapçada birbirine eklenemeyen, biri diğerine eklendiğinde kopan materyaller için kullanılır; örneğin su damlası “katre” birbirine eklenemezler-ancak geleneksel olarak “bakır” olarak tercüme edilir.)

Bana demir külçeleri getirin!” Derken, demir (külçelerini) yığıp, iki yar arasındaki boşluğa doldurunca (onlara) “[Bir ocak kurun ve] körükleyin!” dedi. Nihayet, [demir iyice] kor haline gelince, “Bana ergimiş bakır getirin bunun üzerine dökeyim” dedi.

Anladığım kadarıyla “şimdi bura”yı iki tür saldırıdan koruyacak bu duvarlar: Geçmiş hüzünlerini-ki bunlar bizim yorumumuzla yoğrulur ve birbirine eklenir-duvarın demir bileşenene denk gelir. Gelecek kaynaklı korkular ise yorumumuza açık değildir, yoğrulmazlar, kopuk kopuk gelirler, birbirine eklenmezler.

İnsan hüznün faili iken, korkuya maruz kalır. Kur’ân’ın “onlara korku yoktur ve onlar üzülmezler de” ifadesinde, “korkmazlar” değil “onlara korku yoktur” denir; “üzüntü yoktur onlara” değil “üzülmezler” denir.

Sonuç olarak, kafasında her an, geçmişi ve geleceği taşıyan insan, geçmişten kaynaklı hüzünlerini yorumlayarak, gelecek kaynaklı korkularının da kaçınılmaz olduğunu fark ederek kendine, içinde sonsuzluk barındıran bir şimdi kurabilir.

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar