“Şeriat nedir?” sorusu mühim bir sorudur. Ancak bu sorunun cevabından çok, soranın aklındaki “şeriat” öncelik arz eder. “Şeriat” kavramı, son yüzyılın kimilerince kasten üretilen, kimilerinin de farkına varmadan malzeme yetiştirdiği “görüntüler”e ve “uygulamalar”a eşitleniyor çünkü. “Şeriat” sesini, duyar duymaz, bir çoğumuzun aklına Afganistan’da, İran’da taşlanarak öldürülen kadınlar, Arabistan’da seyircilerin önünde kellesi kesilen insanlar, hırsızlık yapanların elinin kesilmesi, haremlik selamlık, zorla örtülmeye ikna edilen genç kızlar, başında sarıkla gezen uzun sakallı cübbeli adamlar geliyor.

Said Nursi’nin yaklaşık yüzyıl önce söylediği gibi, kendilerini biricik kurtulmuş, başka herkesi cehennemlik sayan, taraftarlık ateşiyle sarhoş, kabukta oyalanan, şekilcilikle yücelen, özden ve derinlikten yoksun, aklı gözüne inmişlerin, yani bir diğer ifadeyle “şeriatçı” kesilmişlerin şeriatı böyle…

Canım kardeşim, aziz dostum, artık anla ki, tarihte hiçbir zaman “İslam devleti” olmadı, “şeriat idaresi” kurulmadı. Sadece “müslümanların devleti” oldu. Ve Müslümanlar ne kadar müslümansa devletleri de o kadar müslüman oldu. Şeriat, “şeriat kuralları”nı alıp zorla uygulamak değildir. Bu zorbalıkta hayır olsaydı, Yaratıcı, her itaatsizliğimizde bize ağrı ve sancı veren bir ceza koyardı. Biz de ister istemez itaat ederdik. Ama güzel mi olurdu? Elbette ki hayır!

“Şeriatçı”ların “şeriat”ında hayat yoktur, inceliklere yer yoktur. Neşe uğramaz bu şeriatçıların yüzlerine; kimseye tebessüm borçları yoktur. Her sabah güneş doğmadan önce sabah namazına kalkarlar ama gün doğumuna refakat etme sevincine kapatırlar kendilerini. Günbatımıyla acele namaza dururlar ama günbatımıyla fısıldaşmayı ihmal ederler. “Din” söz konusu şeriatçılar için “emirler yasaklar”dır, tir tir titreden “ceza”dır, “azap”tır, “ateş”tir. “Bismillah” demeyi unutan çocuklarını azarlarlar ama ellerinden gelse, sonsuz merhamet ve sınırsız anlayış sahibi Allah’a tebessüm etmeyi de yasaklarlar.

Onların gözünde her an hata yapmamızı bekleyen, ellerini oğuşturmuş ve bir an önce azap etmek için bizi kabre tıkmayı uman, ceza sever, yakma meraklısı, kırbaçlama heveslisi bir ‘tanrı’ vardır. Kendi otoritelerinin yetmediği yerde, kendi yarattıkları o ‘korkunç tanrı’nın otoritesini devreye sokarlar; öylece herkesi hizaya getirirler.

Böyle bir kafa devlet kurarsa ne olur? Kendince bir idare alanına hükmetmeye başlarsa neler görürüz? İşte birilerinin-belli ki cahillikten ya da belki de kasten-çizdikleri “şeriat devleti” “İslam devleti” bu ‘şeriatçı’ların hükmünü fotoğraflar. Burada alan da satan da memnundur. IŞİD dedikleri, çok açık ki ABD eliyle üretilmiş bir algısal şeriatçı fotoğrafıdır. Taliban, yine cehaletin ve mahrumiyetin ürettiği kısa devre akıl çılgınlığıdır. Suud yönetimi-ki bugünlerde kendini revize ediyor-şeriat diye bildiği kuralları katı biçimde uygulamakla meşhurdur.

Canım kardeşim, aziz dostum, artık anla ki, tarihte hiçbir zaman “İslam devleti” olmadı, “şeriat idaresi” kurulmadı. Sadece “müslümanların devleti” oldu. Ve Müslümanlar ne kadar müslümansa devletleri de o kadar müslüman oldu. Şeriat, “şeriat kuralları”nı alıp zorla uygulamak değildir. Bu zorbalıkta hayır olsaydı, Yaratıcı, her itaatsizliğimizde bize ağrı ve sancı veren bir ceza koyardı. Biz de ister istemez itaat ederdik. Ama güzel mi olurdu? Elbette ki hayır!

Zorbalığın olduğu yerde din de İslam da insan da yoktur. Zorbalıkları, “şeriat” diye pazarlamak nasıl da aklınıza geldi öyle? Zorbalık her halükârda kötüdür, iğrençtir, mide bulandırıcıdır. Ama zorbalığın en kötüsü, kutsal sayılanı yanına alanıdır. İslam adına, Kur’ân’ın hükmüdür diye yapılan zorbalık, sadece zorbaları dokunulmaz kılmakta işe yarar. Velhasıl, zorbalığı en çok zorbalar sever. O bildiğiniz “şeriatçı”lar “şeriat” markalı zorbalığı sever. Oysa Allah insana irade bahşeder. Allah ki ibadet için özgür olma şartı koyar. İnsanın özgür olmayışını hiç sevmez.

Zorbalığın olduğu yerde din de İslam da insan da yoktur. Zorbalıkları, “şeriat” diye pazarlamak nasıl da aklınıza geldi öyle? Belki de haklısınız, zorbalık her halükârda kötüdür, iğrençtir, mide bulandırıcıdır. Ama zorbalığın en kötüsü, kutsal sayılanı yanına alanıdır. İslam adına, Kur’ân’ın hükmüdür diye yapılan zorbalık, sadece zorbaları dokunulmaz kılmakta işe yarar. Velhasıl, zorbalığı en çok zorbalar sever. O bildiğiniz “şeriatçı”lar “şeriat” markalı zorbalığı sever. Allah ki insana irade bahşeder. Allah ki ibadet için özgür olma şartı koyar. İnsanın özgür olmayışını hiç sevmez. Allah’ın hiç sevmediği zorbalığı, Allah’ın sevdiği diye dayatan, Allah’ın emri diye sunan zorbaları da zorbalıkları da Allah sevmez. Hiç sevmez… Hiç…

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar