Yorgunluk Toplumu kitabında, Byung-Chul Han içselleştirilmiş rekabet kültürü nedeniyle insanların kendilerini tükettiği bir sona doğru itildiğine dikkat çeker. “Herkes kendi kürek mahkumluğunu sırtında taşıyor” der. Byung-Culh Han’ın dikkat çektiği bu tükeniş Tekasür Suresi’nin gündemidir. Sürekli çoğaltma hırsıyla oyalanan insanın, her şeyle ilişkisinin bir mezara döndüğü haber verilir. Mezar gibi mermere kazılı ve gösterişli nesnelerimiz vardır ama nesne ile kurduğumuz ilişki ölüdür. Elimize aldığımız ne varsa, hepsi ceset gibi soğuk ve uzaktır. Bu durumda ne kadar çok şey çoğaltırsak çoğaltalım, sadece cesetleri çoğaltırız. Cesetleri topladıkça, elimize bir tane bile diri geçmez.

Ramazan orucu, insanın bu açmaza doğru sürüklenmesini önlüyor diye düşünüyorum. Modern toplulukların otomatik olarak tekrarlamamızı umduğu bu rekabetçi yürüyüşten çekip alıyor bizi. Her birimizi aynı derdin ipine dizerek, kıyaslamacı zihnimizi susturuyor. Her akşam tatlı ve tartışmasız bir zafer kazandırarak, koşturmacı zihnimizi yavaşlatıyor. İştahla peşine düştüğümüz eşyayı elimizden altından çekerek, kaybetme korkusu yaşayan zihnimizi tedavi ediliyor. Ramazan orucunun Müslümanlara özel olduğunu düşünmeyin. Gerçekte, İslam’ı ait her ilke insana dokunur. Her ibadet, sonuçta, insanın özünü yoğurmaya ayarlıdır. Müslümanların orucuna insanî çerçevede baktığımızda bakın neler oluyor:

  1. İnsanlar bir tür regresyon yaşıyor; çocukluğuna dönüyor. Çocukluğun en önemli ilkesi küçük şeylerle sevinmektir. Oruç tutan her Müslüman, farkında olmadan, tüm yetişkin kaygılarını bir kenara iter ve akşamın gelmesini, güneşin batmasını bekler. Bu özel an, onun saf sevinç an’ıdır. Bu an’ı ya bir ezan sesi haber verir ya da bir minarede yanan ışık-ki bunların hepsi çocukluk hatırasıdır.
  2. Yemeye ve içmeye başlanılan saat, güneşin battığı, akşam ezanlarının okunduğu dakikadır. Tüm ülke, hatta dünya doğudan batıya doğru, güneşin batışını izleyerek aynı sevinci yaşar, aynı mutluluğu paylaşır. Böylece ilk defa dünyada yerkürenin dönüşü ve güneşin hareketleri başrole geçer. Kozmik bir farkındalık gelişir. İnsanlar göksel ritme ayak uydururlar. Dikkatini tamamen dünyanın sıradanlıklarına vermiş insan için, bu deneyim, bir psikolojik özgürleşmedir, ruhların göğe kanatlanmasını sağlar.
  3. Oruç tutan her insan, bir tür eylemsizliğe katılır. Görüntüsü ve şekli olan ibadetlerden ayrı bir yerde durur oruç tutmak. Başkalarının gözüne görünme telaşıyla koşturan insan, kendi içine döner. Sessiz bir beklentinin, çocukça bir umudun avuçlarına koyar kalbini. Dünyevi tüm endişeleri yatıştırır; içinde boğulduğu karmaşalardan sıyrılır. Sakinleşir. Görünmekten vazgeçer, sakince ‘olma’ya odaklanır.
  4. Eric Fromm’un “Sahip Olmak ya da Olmak” ekseninde teklif ettiği gelişimi yaşar oruç tutanlar. Çünkü oruç tutarken, insanlar kendi imkânlarının yetersizliğini, paralarının geçersizliğini deneyimlerler. Ellerinde olsa da hiçbir şeyin sahibi olmadıklarını fark ederler. Bir tür gönüllü yoksunluk yaşayarak, eşya ile aralarına mesafe koyarlar. Yüklerini hafifletirler. Çoğaltma telaşından uzaklaşırlar.
  5. Orucun yaşattığı açlık ve yoksunluk, modern insanın en çok yoksunluğu çektiği empatiyi canlandırır. Ne kadar farklı kültürden, farklı etnik kimlikten, farklı sosyokültürel katmandan olursa olsun, herkes aynı duyguyu yaşar, aynı umudun eşiğinde bekler. Çok sayıda boncuk gibi şeffaf bir ipe dizilirler.
  6. Tokluğun insan üzerinde yabancılaştırma etkisi vardır. Kendisini kendisine yeter sanan insan “öteki”ne kayıtsız kalır. Başka insanların ihtiyaçlarına körleşir ve başkalarının acılarına sağırlaşır. Açlık sayesinde, ego’nun kalın çeperi nezaketle yırtılır. İnsandan insana merhamet gözenekleri açılır. İnsanlar serince akan bir empati nehrinde beraberce akışırlar.
  7. İftar sofrasının en önemli deneyimi, bir başkasını sevindirebilme ayrıcalığı sağlamasıdır. Çünkü ne kadar zengin olursa olsun, iftar vakti, herkes aç ve muhtaçtır. Misafirin çocukça arayışına çözüm olma fırsatı verir iftar sofrası. Misafirin çekirdek duygusal ihtiyacını karşılama zemini sağlar iftar sofrası. Böylesi derin bir duygusal açlığı doyurmak, ancak, oruç sayesinde olur.
  8. Tıpkı bir uçağın take-off’u gibi, oruçlu insan da dünyanın zemininden take-off yapar. Alışveriş düzleminden yükselir. Bir bakıma, dünya ile kurduğu alma verme ilişkisini unutur. Eşyaya bağımlılığından kurtulabildiğini fark eder. Bu yükseliş tüm bağımlılıkların kurtulmak için bir umut mayası olur.
  9. Çoğu insanın çocukluğunda şu ya da bu nedenle, güvenli bağlanmayı gerçekleşemez. Yetişkinlik yaşamının en önemli gündemi güvenli bağlanmayı yeniden sağlama arayışıdır. Oruç, yetişkin ilişkilerimizde olması büyük ihtimal, kaygılı, kaçıngan, korkulu bağlanmaları onarma yolculuğunu başlatabilir.  Yakınlarımızla birlikte beklediğimiz, sevdiklerimizle aynı zamanda oturduğumuz iftar sofrası, açlığını çektiğimiz güvenli bağlanmayı yeniden sağlar. Beraber acıkmak ve beraber doymak, psikolojik zeminde de iftar yaptırır; yeni mutlulukları tomurcuklandırabilir.
  10. Aynı heyecanın ve aynı umudun etrafında sıralanan ve birbirini tanımayan insanlar, bir kez daha, ‘insan olma’nın zaaflarını ve kırıklıklarını birbiriyle paylaşır. Modern zamanların kaygısız ve ilgisiz insan modeli yerine, içtenlikle etkileşen insan profillerinin zemini hazırlanır. Birbirimize o kadar uzak olmadığımızı fark ederiz. Sahih ve sahici yakınlıkları kapı aralar oruç tutmak. 

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar