Önceki gün, Fatsa’yı bize sevdiren, sadece Fatsa’yı değil yeri göğü sevdiren, en yakın arkadaşım Abdulkadir Kibar’ı elbirliğiyle toprağa verdik. Taze mezarın başında, sordum Abdulkadir Kibar’ı sevenlere: “Sizi buraya ne getirdi?” Sustular. Başka türlü sordum: “Birazdan arkanızı dönüp gideceğiniz bu mezarlığa, niye geldiniz?” Şaşırdılar. Sorumu somutlaştırdım: “Madem dönecektiniz; gelmeseydiniz ya. Madem geldiniz, dönmeyin; burada kalın!” Başlar öne eğildi. “Korkmayın!” diyerek rahatlattım kalabalığı, “niyetim sizi hesaba çekmek değil; sadece hesabınızı gözden geçirmenizi isterim…”

“Buraya geldiniz, çünkü Abdulkadir’le aranızda bir bağ var; o görünmez bağın şeffaf ipleri çekti sizi buraya. Kopamadınız, koparamadınız o bağı. Sürükledi sizi mezarlığa kadar. Yok, yok, gönüllüce getirdi sizi buraya. Ayaklarınızla geldiniz. Tıpış tıpış yürüyerek. Toprağa koyduğumuz arkadaşımızın yüzünde hatıralarınız canlanıyor, gözlerinde yaşanmışlıklarınız dolaşıyor. O yaşarken, onun gözlerinde sevinçler okudunuz. Onun bakışıyla sevindiniz. Onun sesiyle mutlu oldunuz.  Şimdi yüzünüzü ağırlayan o yüzü, sevinçlerinizi doğuran o gözleri, mutluluklarınızı mayalayan o sesi toprağa koyuyorsunuz. Beraberce. Hiç itirazsız!

Sizin yüzünüz düşüyor bugün toprağa. Sizin gözleriniz iniyor bugün görünüşte karanlığa. Sizin seslenişleriniz bugün derin ve uzun bir sessizliğe gömülmek üzere. Birazdan bu mezarlıktan evinize döneceksiniz, bu taze toprak yığınına arkanızı dönüp hayata kaldığınız yerden başlayacaksınız. Unutmayın; mezarlıktan dönebilirsiniz, ölenden uzaklaşabilirsiniz; ama ölümden dönemezsiniz, ölümden uzaklaşamazsınız.

“Bugün-görünen o ki- ölen biz değiliz; ama öl-mek-te-yiz her birimiz. Bizi yokluktan çıkaran, bize hayat bahşeden Rabbimizin sözünü hatırlayalım. “Her can ölüm tadıcısıdır.” Bu ayet bize “her can ölümü tadacaktır!” diye ezberletildi; yanlış! Ölümü tatmak, bir gelecek zaman meselesi değil, bir şimdiki zaman zevkidir.

Can kardeşlerim, ölümü şimdi tadıyorsunuz. Canınızla tadıyorsunuz. Yaşaya yaşaya zevk ediyorsunuz. Çünkü yaşaya yaşaya ölüyorsunuz. Çünkü öle öle yaşıyorsunuz. Hayat, içinde, minimal ve sembolik ölümler taşır. Bir okyanusun, kendi içinde hem yükselen hem alçalan dalgalar saklaması gibi, hayat okyanusu da ölüm ve hayat arasında gidip geliyor, var yok arası salınıyor. Ömrün sonunda gelen ölüm sadece bardağı taşıran son damladır. Ama gerçek şu ki her an bardak taşmakta. Bu gerçeği anlamak için bardağı taşıran son damlayı beklemeye gerek yok. Ölümü tatmak için son an’ınızı beklemeyin. Her anınızda ölüm var. Her an yeni doğuyorsunuz ve yeni ölüyorsunuz. Nefeslerinize odaklanın. Aldığınız her nefes yeni bir doğumdur, verdiğiniz her nefes taze bir ölümdür.           

Ölümü bugün ölen Abdulkadir değil siz yaşayanlar tadıyorsunuz.

Bakın, durdu hayat. Bakın, ardı sıra koşturduğumuz mevki makam, servet imkân hepsi anlamını ve önemini yitirdi. Öncelediklerimiz sona kaldı. Önemsiz gördüklerimizin önemli olduğunu gördük, önemli gördüklerimiz önemsizleşti. Bugün buraya ölümü tatmaya geldiniz. Ölümlü olduğunuzu anlamaya geldiniz. Merhum kardeşimiz, hayat yoldaşımız Abdulkadir bizden sadece birkaç gün ileride-fark bu. Ölüme nişanlı olarak doğdunuz. Şimdi de ölüm yoldaşlığına çağırıyor sizi bizi Abdulkadir. Bugün onun başına gelen, sizin de başınıza gelecek, gelmek üzere. Ölecek olan sizsiniz. Ölmektesiniz.

Hazır, buraya kadar gelmişken, aslımızın toprak olduğuna şahitlik etmişken, sizinki bir canı gönüllüce aslına iade etmişken, dersinizi almış olarak dönün buradan. Buradan eliniz ve kalbiniz boş dönmeyin. Hayatınıza yeniden başlayın. Abdulkadir’in canını ortaya koyarak, sessizce söylediği bu vaazı israf etmeyin. Bir ömrün meyvesi olan bu hatırlatmayı duymazlıktan gelmeyin. Artık öncelediklerinizin ve ertelediklerinizin yerlerini değiştirin. Ölümü unutmayın ki hayatınız ölmesin. Ölümü hatırlayın ki hayatınıza anlamlı bir çerçeve arayın.

Peygamberimiz (asm) her zamanki nezaketiyle ve şefkatiyle bize hatırlatır: “Lezzetlerin tükenişini hatırlayın.” Her lezzet tükenişi, bir ölümcüktür aslında. Minimal bir ölüm. Sembolik bir ölüm. İnsanoğlu, bir önceki lezzet ölmeden bir sonraki lezzeti tadamaz.  Sandığınızın aksine, ölümü hatırlatarak hayatımızı zehirlemek istiyor değil Peygamberimiz. Hayatın tadını daha derinden almamızı umuyor. Gelip geçen hazlardan kalıcı minnettarlıklar çıkarmamızı istiyor. Yaşamı, bir gurme farkındalığıyla yaşamamızı öğütlüyor.

Peygamberimiz (asm) her zamanki nezaketiyle ve şefkatiyle bize hatırlatır: “Lezzetlerin tükenişini hatırlayın.” Her lezzet tükenişi, bir ölümcüktür aslında. Minimal bir ölüm. Sembolik bir ölüm. İnsanoğlu, bir önceki lezzet ölmeden bir sonraki lezzeti tadamaz.  Sandığınızın aksine, ölümü hatırlatarak hayatımızı zehirlemek istiyor değil Peygamberimiz. Hayatın tadını daha derinden almamızı umuyor. Gelip geçen hazlardan kalıcı minnettarlıklar çıkarmamızı istiyor. Yaşamı, bir gurme farkındalığıyla yaşamamızı öğütlüyor.

Ölüm sofrasına hoş geldiniz. Ölümü fark etmişler olarak, bitimli hayatın tadına varın. Biz, öl-mek-te-yiz. Ölümün tadı dilimizde damağımızda, dudaklarımızda.

Abdulkadir öldü ve artık asla ölmeyecek. Artık ölmekte olan sizsiniz. Afiyet olsun!

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum

  1. Necmiye 9 Ağustos 2024 at 13.20 - Yanıtla

    Sona eren her lezzetin nir
    Ölüm olduğunu ve ölümün her an bizimle olduğunu hatırlattığınız satırlarımız için ağzınıza sağlık hocam. Başınız sağolsun, Allah yakın arkadaşınız Abdülkadir Bey’e de rahmetiyle muamele eylesin.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar