Aniden kaynar suya atılan kurbağalar sudan kaçmak isterler. Soğuk suya atılan kurbağalar ise atıldıkları kaba razı olur. Bu sırada su yavaşça ısıtılır, kurbağalar iyice gevşer. Isınan suda olmaktan memnundurlar. Derken, suyun sıcaklığı kurbağayı haşlayacak noktaya gelir ama kurbağa haşlanmaya hiç itiraz etmez. Alışmıştır artık. Ve alıştığı şey, bir başka seçeneğe, kaptan sıçrama seçeneğine köreltir kurbağayı. Alışmak, bu noktadan itibaren, aptallaşmaya eşitlenir.

“İnsan” biraz “alışan” biraz “unutan” anlamına gelir. Kurbağa için yavaşça ısıtılan su, insan için ağır ağır üretilen alışkanlıklardır. Değişimden korkar insan; alıştığını güvenli bulur. Alışmak, insan için aptallaşmak anlamına gelir. İtiraz edeceği çoğu kötülüğü alışarak yapmaya başlar. Sürü psikolojisinin ılık sularında unutur aklını ve susturur.

Aptallaşma aklın başka akıllara kapatılmasıyla başlar. Kendi algı alanıyla yetinen akıl, dışarıdaki yeni anlam alanlarından habersiz hale gelir. İçine doğru çekilir. Çok geçmeden çapı daralır, büzüşmeye başlar. Bilmediği şeyler, fark etmeye ihtiyaç duyduğu yeni fikirler algı alanının dışında kaldığı için bir eksiklik hissetmez. Her şeyi bildiğine inanır. Bildiğini her şey sanır.

Asr Suresi’nde, “hakkı ve sabrı tavsiyeleşmek” “kaliteli eylem” üretmenin şartı olarak hatırlatılır. Tavsiyeleşenler arasında akıl alışverişi vardır; her akıl bir diğerine vermeye hazır olduğu kadar, bir diğerinden almaya da hazırdır. Bu akıl örgütlenmesi, açık akıl üzerinden açık toplumu inşa eder. Fikri ast-üst ilişkisi üzerinden değil, eşitlik üzerinden paylaşmaya çağırır.

Kur’ân, Firavun’u evrensel bir aptallaştırma müessesesi olarak takdim eder. Musa’yı [as] kolunda altın bilezikleri olmamakla, etrafında meleklerin dolaşmamasıyla ötekileştiren Firavun, iktidarını servete ve kutsala dayandırır. “Muktedir ve mukaddes” görünmeyi doğrunun biricik onaylayıcısı olarak benimsetir. Büyüler kitleleri. Aşağılanan kitleler, kendilerini aşağılayanı yüceltir. Isıtıldıkları suyun kendilerini haşladığını fark edemezler

Musa’nın[as] ardından gittiğini iddia eden Yahudi toplumu, Musa’nın değil Firavun’un tarafında yer aldığını bile fark etmeyen bir akıl tutulması yaşıyor. Kur’ân’ın “yahudileşme” olarak tanımladığı bu süreç, açık akıl sahibi olmaktan korkan her cemaati ve cemiyeti bekler. Kitlesel akıl iptalleriyle ilerler Yahudileşme. Sırf Yahudi düşmanı olarak, kimse Yahudileşmeye bağışıklık kazanamaz.

Yahudileşme, sadece Yahudilerin sorunu değildir; öyle sanırsak, Yahudileşmeye karşı savunmasız kalırız. Soğuk suya atılan kurbağanın başına gelen gelir başımıza. Tam da haşlanmaya başladığımızı fark ettiğimizde-ki fark edemeyiz çoğu kez- iyice alıştığımız ılık sudan çıkacak cesaretimiz ve mecalimiz kalmaz, niyetimiz de olamaz. Toplumsal cinnetlerde, kitlesel linçlerde yaşanan, büyük ölçüde, bu süreçtir. Birbirini onaylayan kapalı akıllar, birbirlerine perde olur. Yaptıklarının doğru olduğuna ikna olur, ettikleri kötülüğün kötülük olduğunu göremez olurlar.  Kötü oldukları için değil aptal oldukları için kötülük yapmaya devam ederler.

Acıtıcı gerçek şu ki:

İnsanın aptallığıyla yüzleşmesi, kötülüğüyle yüzleşmesinden daha zordur. Çünkü, yaptığı kötülük, kötülüğü görecek aklı elinden almayabilir ancak içine düştüğü aptallık, aptallığını görecek aklı başından almıştır.

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar