Küçük Sevdalar Koleksiyonu‘nu eşyanın dilini çözme, yüzünü okuma, özüne dokunma çabası olarak da seyredebilirsiniz. “Okuyabilirsiniz” demedim, “seyredebilirsiniz” dedim, çünkü kitaba başlarken “hayata resim altı yazıları yazmalıyım” demiştim kendime. Belki her makalenin yanına ya da üstüne hayalinizden bir resim yerleştirmek isteyeceksiniz.
Muhit Kitap’tan yayınlanan Küçük Sevdalar Koleksiyonu kitabı kolay okuyacağınız bir kitap. Kolaylığı sadeliğinden geliyor; ancak her satırında okuyucuya eski şeylere yeni bakışlar sunmaya çalışıyor. Değişime ve dönüşüme açık zihinler için gözlerde uzakta, gündelik başlıkların ötesinde gizli bir patika yolculuğu teklif ediyor. Adı üzerinde, küçük görünen sevdalara adadım satırlarımı. An ve insan karşılaşmalarını dillendirmeye çalıştım.
Bazen beni marjinal gösteren küçük şeylere dair merakımın ürünü notlarımı paylaşmak istedim okuyucularımla. Ekmek kokusundan su şırıltısına, taşların katılığından saçların kıvrımına kadar onca detaya şiirlerden tanıklar tuttum. Herkesin hayatına sızmış detayların hikâyesini seslendirerek, yeni heyecanların ufkuna taşımaya çalıştım kalpleri. Bir yandan varlığın şiirsel akışını keşfederken, bir yandan insanın nesne ilişkilerine egemen olan psikolojik salınımları da dillendirmek istedim. Belki böylece çocukluğumuzun penceresinden bakıp beraber bulutları boyarız. Belki avuçlarımızda bir kelebek hüznü taşıyarak, sağanak sağanak sevince boğuluruz. Belki alnımıza değen güneşi yeniden renklerine ayırır, gökkubbe altındaki yerimizi yeniden hesaplarız.
Ekmek kokusundan su şırıltısına, taşların katılığından saçların kıvrımına kadar onca detaya şiirlerden tanıklar tuttum. Herkesin hayatına sızmış detayların hikâyesini seslendirerek, yeni heyecanların ufkuna taşımaya çalıştım kalpleri. Bir yandan varlığın şiirsel akışını keşfederken, bir yandan insanın nesne ilişkilerine egemen olan psikolojik salınımları da dillendirmek istedim.
Küçük Sevdalar Koleksiyonu‘nu eşyanın dilini çözme, yüzünü okuma, özüne dokunma çabası olarak da seyredebilirsiniz. “Okuyabilirsiniz” demedim, “seyredebilirsiniz” dedim, çünkü kitaba başlarken “hayata resim altı yazıları yazmalıyım” demiştim kendime. Belki her makalenin yanına ya da üstüne hayalinizden bir resim yerleştirmek isteyeceksiniz.
Hayata geç kalmışlardan biri olarak görüyorum kendimi. Çokça “Keşke”lerim var, az da olsa “İyi ki…” lerim var. İnce şeylerin derdine düşme nöbetini üzerime aldım diyebilirim. Büyük işler, iri gündemler, sarsıcı başlıklar, sansasyonel çatışmalar olmadı gündemim. Tersine baktım her şeye. Kalabalığa uymamaya özen gösterdim. Bir dostumun yıllar önce hatırlattığı, “Sürüden AYRILMAYANI kurt kapar!” uyarısını ciddiye aldım. Şiir yazmıyorum; şair diye anılmayı da hak etmiyorum. Ama şairleri ve şiirleri izliyorum. İki satırlık bir şiirin başında bin yıl beklemeye hazır hissediyorum kendimi. Şiirlerin sızdığı varlık çatlaklarını gözlüyorum. O çatlaklardan sızan suyu yudumlamaya, ışığı yakalamaya çalışıyorum.
Hayat, “bir daha” olmayacak kadar otantik ve orijinal! Tekrarlarla yorulan gündelik hayatımızı, her an’ın orijinalliğine adayarak yenilemek istiyorum. İnsana bahşedilen biricikliği bir ödev olarak görüyorum. Madem ki yüzümüz, parmak uçlarımız, retinamız, sesimiz vs. kimliğimiz olacak denli biricik olarak veriliyor bize, biz de özümüzü, dokunuşumuzu, bakışımızı, sözümüzü “herkes gibi” olmaktan sakınacağız; fark getireceğiz yeryüzüne.
Hayat, “bir daha” olmayacak kadar otantik ve orijinal! Tekrarlarla yorulan gündelik hayatımızı, her an’ın orijinalliğine adayarak yenilemek istiyorum. İnsana bahşedilen biricikliği bir ödev olarak görüyorum. Madem ki yüzümüz, parmak uçlarımız, retinamız, sesimiz vs. kimliğimiz olacak denli biricik olarak veriliyor bize, biz de özümüzü, dokunuşumuzu, bakışımızı, sözümüzü “herkes gibi” olmaktan sakınacağız; fark getireceğiz yeryüzüne.
“Öpmek taklit sayılmaz!” diyen reklam sloganı, tekrar tekrar da olsa öpmenin her defasında yeni bir gerekçesi, taze bir heyecanı, körpe bir sevinci olduğunu vurguluyordu. Benim için de minnet duygusu an’ı sonsuzlaştırıyor, hayret coşkusu mekânı sınırsızlaştırıyor, Hayranlığımın ateşlendiği cümle karşılaşmaları bir öpüş olarak yine yeni yeniden yaşadığımı duyumsatmak istiyorum. Elbette ki bu konuda yalnız değilim. Her insanın arzusu bu. Kalem oynatan, sözün büyüsüne kapılan her insan varlığın yüzünden sonsuzluğun fısıltısını duyageldi.
O fısıltının hecelerine kulak verenler sözünü inceltiyor, sesini göğe kanatlandırıyor. Uzayan yolları Yar yüzüne benzetiyor, ışığın parıltısında tebessümler buluyor. Şiir galiba burada başlıyor. Şaşkınlıktan biraz. Kekemelikten biraz. Suskunluktan, en çok!
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.