Bu makalede biraz zorlu ama tatlı bir yolculuk bekliyor bizi. Peygamberimizin miracına eşlik etmeye çalışacağız. Miracın sadece istisnai bir göksel yükseliş değil, zamanın özünü damıtan bir farkındalık olduğunu anlama yolunu açacağız. Rivayetler bize, döndüğünde yatağının bile soğumadığı çok kısa bir süre içinde Peygamberimizin yıllar sürecek bir hayatı deneyimlediğini söylüyor.

Demek ki yaşadığımız şu an’ın kabuğu içinde-tıpkı bir çekirdek gibi, sonsuz[c]a tomurcuklanmaya hazırlanan bir öz vardır. Bir çekirdek, görünüşte, içinde bir ağaç saklar ama o ağacın her bir meyvesinin içindeki sayısız tohumları da saklar. O tohumların içindeki potansiyel yeni ağaçları, o yeni ağaçların yeni tohumlarını, o yeni tohumların yeni ağaçlarını… diye devam eder.

Şimdi, en az bir çekirdek kadar, içinde sonsuzluk saklar.  Peygamberimiz bunun farkında olmalı ki, bu farkındalığı miraç dediğimiz somut bir deneyimle taçlanmıştır. Bu farkındalık ise hayatın her detayına ve varlığın her zerresine, hayret ve minnetle karşılık veren derin bir tefekkürün sonucudur. Peygamberimiz, bu zirve yüzleşmeye giderken, kendi gündemiyle gidiyor. Yani, koltuğunun altında öteden beri hazır dosyalarla yükseliyor. Rabbiyle doğrudan diyaloğunda, söze ilk olarak peygamberimizin başlamasından anlıyoruz bunu.

Biz müslümanlar namaz kılarken, ‘teşehhüd’e oturduğumuzda, miracın repliklerini tekrar ederiz. ‘Teşehhüd’ ‘tanıklık oturumu’ demektir. Bu oturumda, kendimizi miraç sahnesine koyar ve var oluşun inceliklerine bilinçli varlıklar olarak mukabele ederiz. Bu diyalog, heyecanlı bir yüzleşmenin söze dökülmesidir.

Said Nursi, istisnai bir düşünür olarak, ‘teşehhüd’de seslendirdiğimiz, miracın dört özel gündem başlığını varoluşsal düzlemde açıklar: tahiyyât, mubarekât, salavât, tayyibât Bu dört şahitlik gündeminin birincisi ‘tahiyyat’, ‘hayat’ ve ‘hayy’ kelimeleriyle aynı kökten gelir. Hayatı anlatan bu kelime kökünde ‘akış’ anlamı çınlar.

İşte Said Nursi’nin miraçla taşlanan farkındalığı anlatışı:

Nasıl bir usta, pek harika bir makineyi derin ilmi ve mu’cizekâr zekâsıyla yapsa, o acip makineyi gören herkes, o ustayı takdirkârâne tebrik edip alkışlar ve tahsinkârâne medihlerle ve ihsanlarla ona maddî, mânevî hediyeler, tahiyyeler verir; o makine dahi, o ustanın istediği tarzda, tam tamına, gayet mükemmel olarak arzularını ve harika ince san’atını ve maharet-i ilmiyesini göstermesiyle, kendi ustasını lisan-ı hal ile alkışlar, tebrik eder, mânevî tahiyyeler, hediyeler verir. Aynen öyle de, kâinatta bütün zîhayat taifeleri, her biri ve her bir ferdi, her tarafı mu’cizeli birer harika makinedir ki, ustasının, her şeyin her şeyle münasebetini gören ve her şeyin hayatına lâzım bütün şeyleri görüp tam yerinde ona yetiştiren ihâtalı ilminin derin ve ince cilveleriyle kendini tanıttıran Sâni-i Zülcelâlini, hayatlarının lisan-ı halleriyle, ins ve cin ve melek olan zîşuurların kàl dilleri gibi tahiyyelerle alkışlar ve tebriklerle اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ derler. Ve hayatlarının fiyatını, doğrudan doğruya bütün mahlûkatı bütün ahvâliyle bilen Hâlıklarına ubudiyetkârâne takdim ediyorlar ki, Mi’rac Gecesinde, bütün zîhayat namına Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, Vâcibü’l-Vücudun huzurunda, selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ deyip, bütün zîhayat taifelerinin tahiyye ve hediye ve mânevî selâmlarını takdim etmiş.

Burada bağlantısını verdiğim ilginç deneyde, araştırmacılar, kuşların uçuşundaki ahengi ortaya çıkarıyorlar. Kimi kuşların ötüşleri gibi kanat seslerine de aşinayız. Hiçbir kuşun hiçbir kanat pozisyonunda bir çirkinlik yoktur. Hiçbir kuşun kulak zarımıza vuran kanat vuruşlarında da bir detonasyon yoktur. Uçuşun her karesi ve her sesi müzikaldir, hayret verici bir ahenk oraya koyar. İşlevselliğe mutlaka bir estetik de eşlik eder.

Araştırmacıların süper duyarlı mikrofonlarla kaydettiği kanat seslerinde eşsiz bir ahenk vardır; her biri alkışı hak eder. Derken, ‘Kensa’ adını verdikleri baykuş ortaya çıkar ve mutlak bir sessizlik içinde uçar.

Sessizlik nihai uyumun müziğidir. Sessizlik, kusursuz ahengin konseridir. Sessizliğin içinde, çok sayıda parçanın pürüzsüz uyumu, parçalar arası etkileşimin yumuşacık akışı, her bir eylemin incelikli meyvesi vardır. Videoya tekrar baktığınızda, araştırmacıların (ve artık sizin de) bu harika performansı alkışladığını göreceksiniz: “Muhteşem” “Süper…” “Harika!” “İnanılmaz!”

Sessizlik nihai uyumun müziğidir. Sessizlik, kusursuz ahengin konseridir. Sessizliğin içinde, çok sayıda parçanın pürüzsüz uyumu, parçalar arası etkileşimin yumuşacık akışı, her bir eylemin incelikli meyvesi vardır. Videoya tekrar baktığınızda, araştırmacıların (ve artık sizin de) bu harika performansı alkışladığını göreceksiniz: “Muhteşem” “Süper…” “Harika!” “İnanılmaz!”

Bu videoda sadece kuşların uçuşunu görüyor değiliz. İnsanlar derin bir huşu içinde. Derin bir hayranlığın ifadesi olarak parıldıyor yüzleri. Olağanüstü bir güzelliğe tanık olmanın heyecanıyla yükseliyor sesleri. Size sadece kuşları değil, insanları da seyretmeyi öneririm. İnsanlar da bir tür ‘uçuşta’; bir tatlı vecde halinde değil mi?

Kuşların uçuşu görkemli bir sanatsa, kuşların uçuşundaki ahengin fark edilmesi ondan bin kat daha görkemli bir sanat değil mi? İnsan, bilinciyle tanık olduğu bir güzelliği ‘duygusal olarak’ alkışlarken, kendisi de bir alkışları hak eden bir sanat olarak öne çıkıyor. İnsan farkındalığını fark eden bir başka insan ise daha görkemli bir sanata dönüşüyor. Seyredilenin güzelliği seyredenin güzelliğini artırıyor. Bu böylece sonsuza kadar devam ediyor.  

İnsanlar vecd hallerine bir ses de ekliyorlar ama. Bir görkemli sanat eserine mukabele etme sarhoşluğu yaşıyorlar. O halde, sadece kuşlar değil alkışlanmayı hak eden, insanlar da kendilerinden beklenen keşif ruhunu gerçekleştirmeleriyle, inceliklere dair harika farkındalıklarıyla alkışı hak ediyorlar. Hatta daha fazla alkışı hak ediyorlar. Eğer siz de insanların gözlerindeki parıltıyı gördüyseniz, onların kuşların uçuşunu seyreden hayranlığının seyircisi oldunuz artık. Manzaraya an itibarıyla dahil oldunuz. Alkışlıyorsunuz. Sizin alkışlamanız da sizin ustanızın sizden beklediği değil mi? Öyleyse siz de ustanızı, sizden umduğunu harfiyen yerine getirerek alkışlıyorsunuz. ‘Tahiyye’ selamı gönderiyorsunuz. Sonuçta, kendisinden bekleneni yerine getiren bir sanat eseri olarak, alkışlanmayı hak ediyorsunuz. Artık, uçuştasınız.

Kuşların uçuşu görkemli bir sanatsa, kuşların uçuşundaki ahengin fark edilmesi ondan bin kat daha görkemli bir sanat değil mi? İnsan, bilinciyle tanık olduğu bir güzelliği ‘duygusal olarak’ alkışlarken, kendisi de bir alkışları hak eden bir sanat olarak öne çıkıyor. İnsan farkındalığını fark eden bir başka insan ise daha görkemli bir sanata dönüşüyor. Seyredilenin güzelliği seyredenin güzelliğini artırıyor. Bu böylece sonsuza kadar devam ediyor.  

Artık nazar eden olarak da manzaranın içindesiniz. Kendi miracınıza hoş geldiniz!

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar