BU MAKALEDE anlatacaklarıma sizi hazırlamak için şu tatlı fıkrayı okumanızı isterim: Adamın biri bir gün bir kafeteryaya girer ve garsondan bir kahve ister. “Kremasız olsun!” diye de tembihler. Bir süre sonra garson gelir ve biraz mahcup ifadeyle “Efendim, üzgünüm hiç kremamız kalmamış ama bolca sütümüz var. Size kremasız kahve değil de sütsüz kahve getirmemin bir sakıncası var mı?”

Hemen gülmeyin, garsonun görünüşte aptalca bu yaklaşımına az sonra hayran olacaksınız.

Şimdi gelelim, ciddi konumuza. Biraz dişinizi sıkın:

“Kelime-i tevhid” diye söylediğimiz ifade, iki cümleden oluşur. Birinci yarısı “lâ ilâhe…”; ikinci yarısı “illâ Allah”tır. Aslı “Lâ ilâhe illâ Allah” olan ifadeyi, söyleme kolaylığına başvurup “Lâ ilâhe illallah” diye okuruz. Kelime-i tevhid, cümle sıralamasıyla bir düşünce teklifinde bulunur. Demek ister ki: önce ‘lâ ilâhe…” de ki, bunun sonucu olarak ‘illâ Allah’ diyebilesin. Kelime-i tevhid’in öteden beri bize ezberletilen meali “Allah’tan başta ilah yoktur” şeklindedir. Ne yazık ki bu meal, kelime-i tevhid’in teklif ettiği düşünce akışını ihlal eder. İfadenin kelime dizilimini tepe taklak yapar.

“Kelime-i tevhid” diye söylediğimiz ifade, iki cümleden oluşur. Birinci yarısı “lâ ilâhe…”; ikinci yarısı “illâ Allah”tır. Aslı “Lâ ilâhe illâ Allah” olan ifadeyi, söyleme kolaylığına başvurup “Lâ ilâhe illallah” diye okuruz. Kelime-i tevhid, cümle sıralamasıyla bir düşünce teklifinde bulunur. Demek ister ki: önce ‘lâ ilâhe…” de ki, bunun sonucu olarak ‘illâ Allah’ diyebilesin. Kelime-i tevhid’in öteden beri bize ezberletilen meali “Allah’tan başta ilah yoktur” şeklindedir. Ne yazık ki bu meal, kelime-i tevhid’in teklif ettiği düşünce akışını ihlal eder. İfadenin kelime dizilimini tepe taklak yapar.

Arabî’den Rumi’ye Geylani’den Nursi’ye kadar çoğu arifin dilinde bir ‘lâ süpürgesi’ vardır. Önce “Allahmış gibi sandıklarımızı, lâ süpürgesiyle süpürmemizi isterler. “Lâ ilahe…” “Yok ilah…” demeye gelir. Bir diğer deyişle ateistlerin başka bir niyetle söylediği “tanrı yoktur” cümlesine denk gelir. Kesin bir dille, ‘ilahlar’ı eleme, ‘tanrı görünümündeki” çeldiricilerden arınma ödevi verir düşünen akla. İlahların ‘Allah’ olamayacağını kavradıktan sonra “illâ Allah” demeye sıra gelir.

Bulduklarımızın aradığımız olmadığını fark ettikten sonra, aradığımızın bulduklarımız arasında olmadığını idrak ederiz. Anladığım kadarıyla, buraya Allah’ın kim olduğunu görmeye değil, kimlerin ve nelerin Allah olamayacağına şahitlik etmeye geldik. Kelime-i tevhid tam olarak bu yürüyüşün basamaklarını koyar aklımızın ayaklarının önüne… 

Garsonu hatırlayalım şimdi: Garson müşterinin önüne -kremasız ya da sütsüz olsun fark etmez-‘sade kahve’ getirecektir. O tuhaf izni müşteriden istemese de olurdu. Ama burada şahane bir incelik saklıdır. Garson bu sorusuyla demek istiyor ki: “Beyefendi kahvenizde neyi istemediğinizi ciddiye alıyorum; seçiminizi önemsiyorum. Eğer size kremasız kahve getirirsem, kahvenize krema koymayışım bir tercih değil bir çaresizlik olacak. Kahvenize kremayı koyamadığım için değil, koymak istemediğim için koymamalıyım. Sizin seçiminize kahvenize süt koymayarak saygı göstermek isterim.”  

Şimdi burada duralım ve şunu hatırlayalım. Mekke’de peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın en ateşli düşmanlarının da “gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri kim yaratıyor?” sorusuna “Allah” diye cevap verdiklerini bizzat Allah’ın kendisi haber veriyor. [Ankebut, 61] Hazreti Muhammed de “Allah” diyor ama onun ve arkadaşlarının canına kasteden, sürgüne zorlayan düşmanları da “Allah” diyor. Peki o halde sorun ne? Bunca kavga niye? Muhammed [asm]’ın farkı ne?

O fark “krema” farkı…  Allah’ı sade anlatıyor Muhammed [asm]; fakat muhalifleri Allah’ın yanına ilahlar koyuyorlar. Lat’ın Uzza’nın Menat’ın hatırlarını da Allah’ın hatırının yanına koyuyorlar. Dikkat: Bizim bugün ‘put’ diye andığımız bu taşlara Mekkeliler “Allah’ın kızları” diyordu. Allah’ın yerine koyuyor değillerdi bu putları; Allah’ın yanına koyuyorlardı. Allah’ın yanına konulanlar, Allah’ın yerine konulanlardan daha çeldiricidir; daha sinsi bir perdeleme yapar.

Muhammed [asm] Kur’ân’ın diliyle Mekkeli dindar hemşerilerine şunu soruyordu: “Allah’ı ‘sade Allah’ bilmek için neleri terk ediyorsunuz?” Çünkü her tercih en az bir terki gerektirir. Belli ki Mekkelilerin sorunu “Allah” deyip dememek değildi; “lâ ilâhe…”/ “yok ilah!” diyebilmekti. Allah’ın yanına koydukları, Allah’a erişmek için vazgeçilmez saydıkları aracılardan vazgeçmekte zorlanıyorlardı. Zihinlerindeki ‘Allah’ imajı ‘sade’ ‘duru’ değil tortuluydu, bulanıktı. ‘Lâ ilâhe…” bir süzgeç gibi bu tortuyu ayıklıyor, bu bulanıklığı gideriyordu.

Garsonun cümlesine gelirsek, “sade kahve” getirebilmek için bile isteye, kasıtlı olarak “krema”yı kahveye koy-ma-mak gerekiyordu. Kremanın olmadığı ortamda kremasız kahve sunmak, özensizlik olur, ciddiyetsizlik olur. Dikkatimizi neleri reddettiğimize odaklamamız gerekir. “Allah” deyişimiz, bilinçli bir reddedişin sonucu mu? Sancılı vazgeçişlerin sonu mu? Alıştıklarımıza veda etmenin bedelini ödeyerek mi “illâ Allah” dedik?

Önemli bir hatırlatma: “Allah’ı birlemek” Allah’ın bir tane olduğunu söylemek değildir. “Allah birdir” derken, Allah’ın kaç tane olduğu değil konumuz. “Birdir Allah” ifadesindeki ‘bir’, rakamla ‘1’ değildir. Allah’ın her birimizi ‘biricik’i bildiğini, her şeyi bir ‘birlik’ içinde etrafımızda organize ettiğini fark etmektir. İçinde bulunduğumuz an’ın eşsiz ve benzersiz olduğunu bilmektir kelime-i tevhid. Yaşadığımız an’ın bizim için, bizim yaşadığımız an için seçildiğini heyecanla görebilmektir. Sen ve an, ilk defa ve son defa buluşuyorsunuz. Bi’ dahası yok. Tekrar etmeyecek.

Önemli bir hatırlatma: “Allah’ı birlemek” Allah’ın bir tane olduğunu söylemek değildir. “Allah birdir” derken, Allah’ın kaç tane olduğu değil konumuz. “Birdir Allah” ifadesindeki ‘bir’, rakamla ‘1’ değildir. Allah’ın her birimizi ‘biricik’i bildiğini, her şeyi bir ‘birlik’ içinde etrafımızda organize ettiğini fark etmektir. İçinde bulunduğumuz an’ın eşsiz ve benzersiz olduğunu bilmektir kelime-i tevhid. Yaşadığımız an’ın bizim için, bizim yaşadığımız an için seçildiğini heyecanla görebilmektir. Sen ve an, ilk defa ve son defa buluşuyorsunuz. Bi’ dahası yok. Tekrar etmeyecek.

Rabbinin seni bilinçli ve kasıtlı olarak seçmesinin  farkındalığa dönüştürüyor musun? Tanrı tarafından seçildiğini fark ettiğin için yaşamını bilinçli bir bütünlükle deneyimlemeye, eşsiz bir tazelik heyecanı olarak yaşamaya niyetleniyor musun?

Bak, nefesin taze… Hiç bayat nefes almadın. Dilin diri…Dünkü dilinle konuşmadın hiç.  Dudakların yeni… Eskimedi hiç dudakların… O halde sesin de yeni olsun. Sözün de diri olsun. Umudun hep tazelensin. Yeni başla hayata. Otomatik tekrarlardan sıyrıl. İlk defa var ol burada. İlk defa nefes şimdi

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar