İnsan, düşüşleri olduğu için insandır; yanılgıları sayesinde insandır; şüphe ettiği için insandır; isyan ettiği için insandır. İnsan düşüp kalkarak yürüyebilir ancak. Yanılıp düzelterek adam olmayı seçer. Şüphe edip sorarak kendini gerçekleştirir. İsyanından dönerek “Âdem”liğe niyetlenir.
İnsanın önüne, hiç düşmeyen, asla yanılmayan, zerre şüphe etmeyen, kıl kadar isyan etmeyen şeyhler, mürşitler, ebeveynler, öğretmenler koyarsak, insanı derin bir umutsuzluğa düşürürüz, “adam” olma yolunu baştan kapatırız. İnsan, kendisi gibi ayak izleri bırakan bir kılavuz ister.
Peygamberlere, yani hakikatin haberini getirenlere “Ama nasıl olur; siz de bizim gibi insansınız. Melekler gibi olmalıydınız” tepkisi verenler “izlenmesi imkânsız” bir kılavuz icat ederek adam olma sorumluluğundan sıyrılmayı planlar.
Tam da bu yüzden, peygamberlerin insanîliği vurgulanır, yanılma payları hatırlatılır, savrulmaları hikâye edilir Kur’ân’da. Çünkü insana “kendi nefsinden” bir rehber gerekir. Kendisi gibi yanılan ve düşen, şaşıran ve tereddüt eden birini izleyebilir. Mümkün olana çağırır Kur’ân.
Hakikati dillendiren elçileri, irrasyonel ve insan-üstü yapma girişimleri şeytanîdir. Şeytan kelimesinin “uzaklaşan” anlamının gereğince, insanı kendinden uzaklaştırır, kendi gerçeğine yabancılaştırır, yürüyeceği yolu sanallaştırır. Mümkün ve makul olan ise insanın yakınındadır.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.