Bir şeyin eksikliğini yaşamak, o şeyi yeniden fark etmeye yardımcı olur. Orucun anlamlarından biri de budur. Susamaya ve acıkmaya gönüllüce razı olarak, suyun ve ekmeğin değerini yeniden hesap ediyoruz. Kolay ulaştığımız, hazır bulduğumuz, hemen alıştığımız şeylerin “hiç yokmuş gibi” sayılmasının önüne geçiyoruz. Var olduklarını, hem de çok değerli olduklarını anlıyoruz. Kendimizi yeniliyoruz, etrafımızı yeniliyoruz. Kendimizle ve yakınlarımızla sürdürdüğümüz ilişkilerin solmuş heyecanını canlandırıyoruz. Kalbimiz yeni sevgi ve mutluluk filizleri veriyor.

Corona süreci, bir tür oruç olarak okunabilir. Alışık olduğumuz, alışık olduğumuz için yokmuş gibi sandığımız nice küçük mutluluk detayını yeniden hatırlıyoruz. Kaygısızca merhabalaşmak mesela. Korkusuzca kucaklaşmak. Endişesiz bir arada olmak. Yüzlere doyasıya bakmak. Bir kafede, aşina uğultular içinde kahve yudumlamak. İstiklal’de kalabalığa karışmak. Vapurda sıraya girmek.

Corona süreci, bir tür oruç olarak okunabilir. Alışık olduğumuz, alışık olduğumuz için yokmuş gibi sandığımız nice küçük mutluluk detayını yeniden hatırlıyoruz. Kaygısızca merhabalaşmak mesela. Korkusuzca kucaklaşmak. Endişesiz bir arada olmak. Yüzlere doyasıya bakmak. Bir kafede, aşina uğultular içinde kahve yudumlamak. İstiklal’de kalabalığa karışmak. Vapurda sıraya girmek.

Newton’un yerçekimini keşfetmesini veba salgınına borçlu olduğumuzu söyler bilim tarihçileri. İngiltere’de başlayan veba salgınından kaçınmak için geniş elma bahçelerinin olduğu Cambridge’e taşınır Newton’un ailesi. İşte o bahçedeki elma ağaçlarından düşen bir elma ile başladı en önemli fiziksel keşif.

Görünmez bir nedenle, adı konmamış bir korkuyla, daha önce hiç alışmadığımız halde artık kanıksadığımız bir refleksle birbirimizden uzaklaşmak hâlâ garabetini koruyor. Bu öyle garip bir duygu ki, yakın zamanda, psikolojik terimler arasında, “birbirimizden kaçmak” gibi bir terim yer alacak gibi.

Sinirbilimciler Francis McGlone ve Merle Fairhurst, sosyal mesafede, erişilmesi zor beden bölgesinde, ancak çok yakınların dokunmasına izin verilen omuz ve sırt bölgelerinde yoğunlaşan dokunsal duyu sinirleri üzerinde çalışıyorlar. İnsan omuzuna el atıldığında, sırtına dokunulduğunda, sıkı sıkı kucaklandığında dokunsal sinirler uyarılıyor, bir ödül ve haz mesajı alıyor. İnsanın çekirdek ihtiyacı olan kabullenilmeyi yaşatarak, oksitosin salınımını artırıyor.

Corona süreci, bir mekteptir; işte öğretiyor bize. Kucaklaşmanın psikolojisini mesela.

Sinirbilimciler Francis McGlone ve Merle Fairhurst, sosyal mesafede, erişilmesi zor beden bölgesinde, ancak çok yakınların dokunmasına izin verilen omuz ve sırt bölgelerinde yoğunlaşan dokunsal duyu sinirleri üzerinde çalışıyorlar. İnsan omuzuna el atıldığında, sırtına dokunulduğunda, sıkı sıkı kucaklandığında dokunsal sinirler uyarılıyor, bir ödül ve haz mesajı alıyor. İnsanın çekirdek ihtiyacı olan kabullenilmeyi yaşatarak, oksitosin salınımını artırıyor. Bu da kalp hızını yavaşlatarak ve stres durumunda ortaya çıkan, bağışıklık sistemini zayıflatan kortizon salınımını azaltarak, insana bir huzur ve güven duygusu sağlıyor.

McGlone, karantina sürecinde, sosyal mesafe adına birbirimizden uzak dururken, adeta birbirimizden refleks olarak kaçarken, duygularımızdan bir imdat sesi yükseldiğine dikkat çekiyor. “Dokun, dokun, dokun bana!” “Sarıl, hadi sarıl ban

McGlone, karantina sürecinde, sosyal mesafe adına birbirimizden uzak dururken, adeta birbirimizden refleks olarak kaçarken, duygularımızdan bir imdat sesi yükseldiğine dikkat çekiyor. “Dokun, dokun, dokun bana!” “Sarıl, hadi sarıl bana!”

Evet, dokunma açlığı yaşıyoruz. Ki bu en çok gençleri ve çocukları etkiliyor. Dokunulmayan insanda depresyon ve yalnızlık duygusu yükseliyor. Bu da düşük enerji seviyesine, yorgunluk hissine, üzüntüye yol açıyor.

Umudum o ki güneşler batmadan bu orucun da iftarı gelecek! Beraber sevineceğiz.

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar