Her şeyi elimizin altında sandıkça, aldanıyoruz. Varoluşun özündeki salınımlardan muaflaştıkça, kendi varlığımıza da dokunamıyoruz. Sürekliliğimizin bir lütuf olduğunu göremez oluyoruz.
Kesintiden hoşlanmıyoruz. Süreklilik istiyoruz. Belirsizlikte tedirgin oluyoruz. İstiyoruz ki tahmin edilebilir olsun her işimiz. En çok açlığını hissettiğimiz şey, garanti. Riskten uzak durmak içindir tüm çabamız. Mutad olanı arzuluyoruz.
Ne var ki bir o kadar da risklidir arzuladığımız. Süreklilikte aldanıyoruz. Düzenlilikte uykuya dalıyor, konfora yaslandıkça uyuşuyoruz, garantinin koynunda canımız sıkılıyor. Kaybediyoruz böylece. Sürpriz bir kesintinin ardından gelecek “yenilik” heyecanını yitiriyoruz. Bir kaybın vaat ettiği öğretiyi başından susturuyoruz. Her şeyi elimizin altında sandıkça, aldanıyoruz. Varoluşun özündeki salınımlardan muaflaştıkça, kendi varlığımıza da dokunamıyoruz. Sürekliliğimizin bir lütuf olduğunu göremez oluyoruz. En temel gerçekliğimizi unutuyor; aczimizi inkâra kalkıyoruz. Düzenli akıyorken her şey, belirsizlikten çıkacak ‘sürpriz’e körleşiyoruz. Varlığı kendi imkânlarıyla elde ettiğimize ikna olmaya başlıyoruz; fakrımıza körleşiyoruz. Kırılgan parçamızın seslerine sağırlaşıyoruz.
Tüm bunları bu satırları yazdığım sabah köy evimizdeki sobayı yakmaya çalışırken bir kez daha düşündüm. Oysa kombimiz ne güzeldi. Düğmesini çevirince çalışmaya başlar. Doğalgazın ılık dokunuşu her köşeyi ısıtırdı. Sobayı yakarken gözlerim yandı. Dumana boğuldum da diyebilirim. Odunlar yanmakta nazlanıyor. Az sonra oda ısındığında sevineceğim. Daha saf bir sevinç olacak bu…
Galiba biraz “doğal naz”a ihtiyacımız var! Yok, yok, “galiba” değil, kesinlikle doğal naza ihtiyacımız var.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.