Bir fincan kahvenin sıcağı gibidir var edilmek. Sürpriz. Beklenmedik. Karşılıksız. Hesapsız. İkram. “Hele şöyle bir soluklan hele!” hitabı. Bu yüzden midir insanın sanki dünya dışına çıkışı kahvesini yudumlarken. ‘Belâ…” demek gibi varlığa . Var olma hoşnutluğunu dudakta duymak.
Evet, bir fincan kahve sunuldu KaluBela’da ruhuna. ‘Buyur’ dendi, ‘iç ağız tadıyla’. Ama kahve bu; yalnız içilmez ki! Eş dostla. İlle de yar ile yâren ile. Yakınlıklar içre. Dost’un dizi dibinde. Gölgede. Sükûnetle. Huzur sedirinde. Yakınlığın tadını çıkarmaca. Karib çıkar o vakit karşına. Kırk yıl hatırı varsa insanla içilen kahvenin, var hesap eyle… Seni insan diye kahve fincanının kulpuna tutturan Rahman’ın hatırı nicedir!
Kahve… İnsan gibi; çekirdeği kavrulacak ki girebilsin cezveye, havanlarda öğütülüp un ufak edilsin ki suyuna gitsin âlemin de, pişsin şöyle en ‘güzel kıvam’da. Tadı gelsin, adı gelsin de değsin damağa, dil’den dil’e izini bıraksın. Kalbinin sıcağı vursun damağa. Başlasın sohbet-i canan: “Ey insan, hatırla ki hatırlamaya değer bir şey değildin sen.” Hatırının sayıldığını anlasın insan. Dünya toprağına dünyadan geçmek için koyulduğunu anlasın: “Çekirdeğinin cevherini çıkar, durma. Anıldığını an; unutma. Çıkart içindeki esma yüklü çekirdeği, cennet cennet ver meyveni…”
Kahve… İnsan gibi; çekirdeği kavrulacak ki girebilsin cezveye, havanlarda öğütülüp un ufak edilsin ki suyuna gitsin âlemin de, pişsin şöyle en ‘güzel kıvam’da. Tadı gelsin, adı gelsin de değsin damağa, dil’den dil’e izini bıraksın. Kalbinin sıcağı vursun damağa. Başlasın sohbet-i canan: “Ey insan, hatırla ki hatırlamaya değer bir şey değildin sen.” Hatırının sayıldığını anlasın insan. Dünya toprağına dünyadan geçmek için koyulduğunu anlasın: “Çekirdeğinin cevherini çıkar, durma. Anıldığını an; unutma. Çıkart içindeki esma yüklü çekirdeği, cennet cennet ver meyveni…”
Kahve, dünya hayatı gibi; bir seferde bir kere içilir. Bir kereliğine hararetli bir kavuşmadır; sıcacık başlar sevdası, kekre biter, buruk hatıralar bırakır dilde, gönülde. Kahve köpüğü. Lezzetin göze taşması, dudak ucuna yanaşması. Herkesin nasibi değildir öyle! Dünya işleri gibi, hem içini ısıtır insanın hem içilenin sıcaklığını korur. Kahve telvesi… Ölüm gibi; damağında bir memnuniyet huzuru. Neredeyse razı olacakken dünyaya, “yok” dersin artık, “yok, dahası, başkası olmalı.” “Lâ uhibbûl afilîn” nidâsı “Ya Baki entel Baki” edâsı.
Kahve, dünya hayatı gibi; bir seferde bir kere içilir. Bir kereliğine hararetli bir kavuşmadır; sıcacık başlar sevdası, kekre biter, buruk hatıralar bırakır dilde, gönülde. Kahve köpüğü. Lezzetin göze taşması, dudak ucuna yanaşması. Herkesin nasibi değildir öyle! Dünya işleri gibi, hem içini ısıtır insanın hem içilenin sıcaklığını korur. Kahve telvesi… Ölüm gibi; damağında bir memnuniyet huzuru. Neredeyse razı olacakken dünyaya, “yok” dersin artık, “yok, dahası, başkası olmalı.” “Lâ uhibbûl afilîn” nidâsı “Ya Baki entel Baki” edâsı.
Kahve rengi… Yumuşacık bir teselli: “Koyuluğuna bakıp aldanma” diyor Zâhir; dünya bu! Dudağına gelmeden anlamazsın tadını; ille de eksiğiyle kusuruyla tadacaksın. Ama kanmamalısın; ötelerin habercisi o renk, ebedî öğünleri davetçisi; lâtif tatlarla bezemiş Batın içini.
Kahve eşsiz bir huzur usaresi. An’ın kabuğunun çatlaması. Şu kısacık dünya hayatında dilinin damağının zevkini düşünen Kerim’ül-Âhir, cennete ne lezzetler saklamıştır kim bilir! Sana dil, damak, dudak veren Fâtır’ul Evvel’in, senin için daha neler hazırladığını düşündüren bir dibace kahve. Közde pişirilmiş önsöz. Diğer yaratmaları merak ettiriyor tadı. “Dur!” diyor acele etme, burası sonsuzluğun d/okunuşu. Tadı damağında kalacak!
Kahveyi konuşurken bile lezzetleniyor değil mi dil’in, tıpkı Yaratıcısının adını andıkça lezzetlendiği gibi dillerin… Zaten gönül ne kahvenin ne de telvenin derdinde; gönül O’nu arıyor, kahve bahane.
Bir taşımlık dünya hayatı bu… Esmanın cezvesinde.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.