Dünyaya düşüşün acısıydı hissettiğim, kalbim ezildi. Bir iltifat, bir beğeni, bir övgü alırım ümidiyle kalabalıklara karıştım. Bir sorun yoktu; kimse ne ettiğimi bilmiyordu. Sormuyordu da. “Güzel” dedim içimden. Ama bu güzel ne kadar sahici? Güzel olsa da soğuk her şey. Kesme çiçek gibi dünyalıların iltifatı. Güzel, güzel de; kökünden kesik. Ölülerin tebessümü gibi soğuk. Can havline yapışık bir sevinç.

***

Susmadı iç sesim:

“Sana iltifat edenler, seni iyi sananlardır. Sadece sanır onlar. Sanmaksa aldanmaktır. Onların aldanışıyla aldanma. Kendi gözlerinde ara iyiliğini. Bulabiliyor musun? İyi bak!”

***

Tam o sırada, bir ayna belirdi önümde. Yüzüme bakabilir miyim hiç! Utandım, kendi gözümden bile düşmüştüm. Başka tarafa baktım. Baktığım tarafta da belirdi ayna. Her yöndeydi. “…gözlerinin içine bak.” dedi bu defa. Baktım. Zaten bakmaktan başka seçeneğim yoktu. Bakmaktan utandığım yüzüm bana bakıyordu. Öldüresiye kınayan gözlerim kalbimi deliyordu. “Sen kendisinden gafil olunan değilsin ki gafil olasın…”

İç sesim, ağzımdan çıkan gibi değil. Benden izinsiz, bana rağmen konuşuyor. Dışarıdan gelir gibi. Başka birinin sesi sanki. Kendi sesimden daha çok dokunuyor bana. Daha çok okuyor içimi. “Yüzüne bak…” dedi yeniden. Kınayıcı değildi. Alabildiğine şefkatli. Olabildiğince net. Kesin ve kararlı.

***

Tam o sırada, bir ayna belirdi önümde. Yüzüme bakabilir miyim hiç! Utandım, kendi gözümden bile düşmüştüm. Başka tarafa baktım. Baktığım tarafta da belirdi ayna. Her yöndeydi. “…gözlerinin içine bak.” dedi bu defa. Baktım. Zaten bakmaktan başka seçeneğim yoktu. Bakmaktan utandığım yüzüm bana bakıyordu. Öldüresiye kınayan gözlerim kalbimi deliyordu. “Sen kendisinden gafil olunan değilsin ki gafil olasın…”

***

Sonra uzun bir sessizlik başladı. Kendimi her nefeste yeniden tarttığım, huzurumu ürkek bir kuş gibi her an elimden kaçırmaktan korktuğum bir sessizlik. Karanlık dağılmış, duvarlar yıkılmış, kapılar ardına kadar açılmıştı. Çıplak ve savunmasızdım. Titriyordum. Kendi gözbebeğimin içinde buldum kendimi. O kadar büyümüştü ki gözlerim; dünya dolusu aynaydı sanki. Gökyüzüydü. Ne varsa yeryüzünde hepsi gözbebeğimdeydi. Ne kadar ışık varsa yüzüme dökülen, hepsi gözlerimden dökülüyordu.

***

Yeniden duydum sesi.

“Kendi gözlerine sığınamıyorsan, sığınacağın başka göz var mı ki…”

***

Utancımı şefkatle silmek istiyordu. Her yönden yağıyordu. Ruhuma dökülen ince bir yağmur gibi. Nihayetsiz mahcubiyetimi kucaklayıp saçlarımı okşuyordu. Susturdu içimdeki hıçkırıkları. İhtimamla avuçladı. Kederli nefeslerimi buğulu sesinde yıkadı.

***

“Gözlerinde bulamazsan cenneti, cennetinin gözlerinde de yer bulamazsın. Bağışla kendini. Unutma, iri gözlü hurilerle eşleştirileceğini…”

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum

  1. Fatma ALTUN 30 Aralık 2021 at 14.43 - Yanıtla

    Kendime acıyarak baktığım anlar.
    Kendimden kaçtığım kadar, kendime yakalanmaktan korktuğum zamanlar.
    Baktığım ama görmediğim derunlar
    Görmemi veren gören.
    Kendimi görmemi, görmemi istiyor.

Bir yorum bırak

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar