Havada bulut yok ama yağmur kokusu geliyor. Rüzgâr hafifçe ürpertiyor yaprakları. Her ağaç kendince seviniyor. Kavak yaprakları daha coşkulu; her ağaç ayrı bir hışırtı nöbetini üzerine almış gibi. Fındık yaprakları Ağustos başında doğuma hazırlanmanın ciddiyetiyle daha sakin. Ceviz yaprakları ağırdan alıyor. Rüzgârın sızısı yaprakların dudağında şiire dönüyor. Bu şiire kuşların da öteden beri katıldığını fark ediyorum bir an. Nazik sesleri, o sesleri yok sayabileceğim kadar ahenkli…
Yağmurun eli kulağında.
Kuşların ötüşleri bilgece. Bana öyle geliyor ki, bizim en önemli açığımızı kapatmak için bunca telaşlılar. Bu ihtişama mukabele etme açığımızı kapatmak istiyorlar. Var güçleriyle hayretlerini ve minnetlerini seslendiriyorlar. Kendi dillerince, kendi dilediklerince. Hayret ve minnet borcumuzu ödediklerini sanıyorlar ama bizi daha da borçlandırıyorlar.
Nasıl mı?
Biz rüzgârın yapraklara dokunarak icra ettiği müziğe yeterince hayret edemezken, kuşlar yeni bir müzik daha ortaya koyuyorlar. Biz yapraklar ve yağmur tanelerinin vuruşuyla yazılan canlı şiire mukabele etmeye yetişemezken, kuşlar bu şiirin her hecesini duyuyor ve kafiye tutturuyorlar.
Fakat biz kuşların ötüşünü duyuyoruz. Rüzgârın sakin hışırtısını ruhumuzun derin labirentlerinde ağırlıyoruz. Yağmur tanelerinin çok yükseklerden indirilmesinin nezaketini fark edebiliyoruz. Bir de kuşların bu hiç tükenmez şiir ve şarkıya eşlik edişini ve karşılık verişini duyuyoruz. Rüzgârın hışırtısına yetişemezken, yağmurun şıpırtısına cevap veremezken, bir de kuşların bizim yetişemediklerimize yetişmelerine yetişmek zorundayız. Kuşlar, bu canhıraş ötüşleriyle, bizim borcumuzu ödemiyorlar, bizim açığımızı kapatmıyorlar. Borcumuzu çoğaltıyorlar, açığımızı büyütüyorlar. Bu şenlikli yarışmada geri kaldığımızı hatırlatıyorlar. Borcumuzun giderek çoğaldığını anlatıyorlar. Sözün özü, ne edersek edelim, borçlu kalıyoruz, borçlu yaşıyoruz. Ve artık netleşti ki borçlu öleceğiz.
Şükür ki borçlu olduğumuz Yaratıcı, borcumuzu borç bilmemizi bizim lehimize yazıyor. Borçlu öleceğimizi biliyor; borcumuzu ödeyemeyeceğimizi haber veriyor.
Sonsuzluk, işte o borcu kapatmak için vaad edilmiş bize… Sonsuza dek o açığı kapatamayacağız, borcumuzu asla ödemiş sayılmayacağız. Hesap defteri hep açık olacak; asla kapanmayacak.
Ki insan için de gerekli olan bu değil mi? Hep kavuşamadığı bir hedefe doğru koşmak, hiç gerçekleştiremeyeceği bir hayalin ardı sıra koşmak, sevindiriyor bizi, diri tutuyor.
Şimdi ben ve siz, bu makaleyi okuyanlar olarak, kendi türümüz adına kuşlar gibi yeni bir farkındalık yaşıyoruz. Varoluşa daha coşkulu eşlik ediyoruz. Bizimle ortaya çıkan bu güzelliğin takdir edeni kimler olacak? Yine biz. Borcumuzu ödemeye yönelik her teşebbüs yeni bir borca sokuyor bizi.
Sonsuza dek borçlu kalacağımızı bilmek, bizi sonsuzluğun alacaklısı yapıyor. Ne mutlu kendini sonsuz borçlu bilenlere.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.