Birinci tekil şahıs zamiri insana özgü olmalı. Bugüne kadar “ben” diyen bir varlık çıkmadı karşıma. Ne güneş ne ağaç ne gökyüzü ne dağ! Başka hiçbir varlık “ben” diyemiyor kendine. Aslında “kendi” olduğunun da farkında değil gibi. Meselâ benim “sen” dediğim kedi, “kendi”ne “ben” diyemiyor. Nedir bu “ben” sahi? Nasıl oluştu? Nasıl inşa edildi? Ne zaman başladı? Nereye kadar sürüyor?
“Ben” diyen insan, aslında kendini alıntılıyor. “Ben” diye birinden söz ediyor. Öyleyse alıntılayan kim, alıntılanan kim? “Ben” diye başladığım anda “ben”i de “ben” diye gördüğüm bir bakışın sahibi oluyorum. Ben benim üzerime çıkıyorum.
“Ben olmak” hem kendini bilmeyi hem kendini bildiğini bilmeyi hem kendini bildiğini bildiğini bilmeyi… sağlıyor. Giderek genişleyen bu bilmeler, bir önceki bilişimizi kuşatan bir üst-biliş kazandırıyor. Kendimizi gördüğümüz göz, kendimizi gören gözü görmeye kadar yükseliyor. Kendimizi gören gözü gören gözün de üzerinde bir gözle baka baka, giderek büyüyen bir gözün sahibi oluyoruz.
Kendimi duyarken de geçerli bu. Ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor. Ağzıyla konuşan beni, kulağı olan ben duyuyorum. Duyuyor olduğumu da duyuyorum. Duydukça duyan bir kulağa dönüşüyorum.
Bir anda dehşete düşüyorum ben, bunun üzerine. Dehşete düşen ‘ben’i de teselli etmek isteyen yine ‘ben’ oluyorum.
Acaba, “ben” dediğimiz farkındalık, birisinin bize “sen” demesiyle mi başladı? “Sen” diyeni duymuş ve “O halde ben ‘ben’ olmalıyım!” demiş olabilir miyiz? Oysa “sen” dediğimiz çoğu şey “ben” diyemiyor kendine. Öğrenemiyor “kendisi olma”yı. Birinci tekil şahıs olmak, “ben” olmak bir ödül. Ödül olduğu kadar ödev de!
Velhasıl, kendisinden öte bir bakış insan. Kendisini olduğundan çok yapmak isteyenin ‘sen’ deyişine kulak verince anlıyor “ben” olma hikayesini: “Ey insan, hatırla ki hatırlanmaya değer bir ‘şey’ değildin.” [İnsan, 1] Yani ki: “Sen seni ‘ben’ diye bilmezken, başkaları seni ‘sen’ diye çağıramazken, hatırla ki ‘ben’ diyorsun kendine.” Yani ki: “’Ben’ diye alıntılarken kendini, seni ‘sen’ diye bilenin gözünden bakıyorsun.”
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Kafadaki kocaman soru işaretine bir cevap bu yazı👆 Elhamdülillah 🤲 yüreğinize kaleminize kuvvet. Rabbim ilminizi bereketlendirsin inşaAllah 🤲🏻
Bu yazınızda da, kendime yazdığım mektuplarım cevap buluyor. İyiki varsınız. Yüreğinize kaleminize kuvvet. 🤗🌹
Yazılarınızla ufkumuzu açıyorsunuz hocam Allah razı olsun
Rabbim, sizi kem gözlerden sakındırsın.
Eğer insan biraz hatırlarsa ben diye bir şey olmadığını bilir.
Kaleminize, kelamınıza bereket.. Ne kadar nahif, ne kadar sıra dışı ne kadar hoş bir üslubunuz var
.. Her cümlenizi beğeniyle, çoğu zaman da hayretle okuyorum hocam. Var olun..