Bayram, ‘köklere iniş’ ‘çocuksuluğa dönüş’ demektir. ‘Bayram’ kelimesini karşılayan Arapça ‘ıyd’ kelimesi, bizi boğan tortulardan arınmaya, omuzumuzda taşıdığımız kalın çerçeveleri kırmaya, kendimizi içinde bulduğumuz şablonları yırtmaya çağrıdır. ‘Ramazan Bayramı’ ise ‘ıyd’ul fıtr’dır; ‘fıtrata dönüş’ demeye gelir. Yokluktan sıyrıldığımızı hatırlatır. Varlığımızın hiçlikten tomurcuklanarak açıldığını, her an yeni deneyimlerle serpilip büyüdüğünü, renklenip çeşitlendiğini görmemizi ister.
Oruç tutarak, gönüllü bir yoksunluk, razı olunmuş bir mahrumiyet yaşadık. Eşya ile aramız açıldı. Su ile dudağımız arasına şeffaf bir perde indi. Kendimizi muktedir sandığımız tahttan indirildik. Kendimize yetmediğimizi fark ettik. Nimete kolayca erişemememin sıcacık sınavında, “üzerimize nimet indirildiğini” gördük. Elimizin elimizde olmadığını anladık. Dudağımızın dilimizin damağımızın bize ait olmadığını kabul ettik. İddialarımızı susturduk. Yoksunluk deneyimi, küçük ve az sandığımız nimetleri yeniden parlattı ve büyüttü.
Oruç tutan tutmayan herkes aynı sevinçli beklentinin ipine dizildi. Bir kez daha anladık ki aynı anda sevinebilirmişiz. Birbirimizi çocukları sevindirir gibi sevindirebilirmişiz. Bu incelikli farkındalık bizi “fabrika ayarlarımız”a geri döndürdü. Üzerini örttüğümüz saf fıtratımızı bize iade etti. Alışkanlıklarımızın bizi mahkum ettiği ‘otomatik yaşama’lardan sıyrılmanın eşiğine geldik.
Öncelikler savaşını hiç olmazsa bugün kazandık. Arkaya attıklarımızı öne getiriyoruz. Öncelediklerimizi ertelemeye başladık. Hayatı ölümün eşiğinde yeniden gördük. Varlığı yokluğun aynasında parlattık. “Böyle gelmiş”se “böyle gitmez” dedik. Nefesimiz kadar taze bildik günü.
Bayram, bağlarımızı yeniden kurmaya çağrıdır. Instagram’ın gözlerinden öpmek yerine çocuklarımızla göz göze gelme vaktidir. Facebook’un yüzsüz paylaşımlarından yüz çevirip yakınlıklarımızın yüzünden kitaplar okuma fırsatıdır. Twitter’ın ateşli telaşlarını susturup içimizde hasretle ötüşen çocukluk kuşlarını göğe salma vaktidir. Whatsapp mesajından fazlasını yapmaktır sevdiklerimize.
Bayram, bir insanın kalbinde yerinin olduğunu görmektir. Bayram, insana bayram olmaktır. Bayram, insanda bayram bulmaktır. Bayram, geleneğin tortularını durultup yeni başlamaktır. Geçmişe takılı zihnimizin gevişlerini susturup “şimdi burada” taze bir heyecanla, diri bir aşkla var olmaktır. Dünyaya ‘yeni doğmak’tır.
Bayram, her an’ın biricik olduğunu, dâhil olduğumuz her an’da beraber olduklarımızı ilk ve son defa gördüğümüzü fark etmektir. Bayram, hırpalanmış öz benliğimize öz şefkatle bakmaktır. Çıkarların hükmettiği puslu dünyanın üzerine yükselmektir. İncinmiş çocukluğumuzun ellerinden öpmektir, tozlu saçlarını okşamaktır, terli yüzüne şefkat yüklü bir bilgelikle yeniden bakabilmektir.

Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.