Deniz feneriyim ben. Hırçın dalgaların arkadaşı. Koyu gecelerin saklambacı. Yalnızların yoldaşı. Dolunayın sırdaşı. Yolunu kaybetmişlerin kardeşi. Uzun bekleyişlerin aydınlık köşe başı. Kederli özleyişlerin tatlı sarmaşığı.
Deniz feneriyim ben. Ümitsize göz kırpan. Ufukları fısıldayan, çaresize. Şevk veren yorguna. Rüyalar sunan, uykusuza. “Seni düşünen var, bak işte!” diye sarıp sarmalayan nefes. “Yalnız değilsin!” fısıltısı. Sessiz, aheste. Gidenin, kalan duymasın diye içine attığı hıçkırık; yarım hecelik beste.
Deniz feneriyim ben. Soğuk uzaklıkların aşina yakasından tutuyorum sessizce. Kederli hasretlerin avuç içlerine köz düşürüyorum ince ince. Kara ile denizin dudakları arasında tekrarlanan bir bilmeceyim işte. Belki bir şairin arayıp durduğu, bir türlü bulamadığı son hece.
Ben olmasam eksik kalır telde en içli nota. Ben görünmesem, yüzüne gamze düşmez sevgililerin. Bekliyorum; kalbin vuruşlarına son noktayı koymak için kesik bir nefes gibi. Kederli hasretlerin közlü akışlarını kıyılara kazımak düşmüş nasibime.
Deniz feneri olmuşum bir kere. Bildiğin gibi değil; bir başkayım ben. Başka dertlerin hüznündeyim. Gözüm yok ama gözü olanların ışığıyım. Gönle ışık düşüren şiirlerin gölgesi say beni. Kayıplar çölünde vaha bil. Evden kaçmışları sevindiren soluk sarı renkli sokak lambası gör. Köşesi yanmış bir kâğıda unutmaların simgesi diye yaz adımı. Deniz feneriyim ben.
Dünya gurbetinin sessiz çığlığı benim. Sınana sınana fırtınaya tutulmuş kalbe dünya ötesi bir b/akış tesellisiyim. Kaç şiirin kalbine kan diye damladı hayalim! Kaç ayrılığın ateşine köz düşürdü terk edilmişliğim!
Şehrin alnında bir veda çizgisi. Ümidin eğilişi köpüklü kıyılara. Mavinin yeniden dirileceğinin belgesi. Fırtınaların durulacağını söyleyen haberim ben. Ak köpüklü sevdaların hiç bitmeyeceğine dair yemin üstüne yeminim.
Vallahi, deniz feneriyim ben. İnsanın kadim arayışının nişanesiyim. Karaların son ucunda deniz sesiyim. Okyanusların yüreğine vuran kıyı nefhasıyım. Soğuk fırtınaların gözünde sükûnet limanıyım. Ümit şavkı olsun diye yorgunluklara. Kurtuluş aydınlığı sunarım tükenmişlere.
Deniz feneriyim ben. Issız kıyıların kıvrımlarına çentiklenmiş soru işaretiyim. Dönmemek üzere gidenlerin dönmek için utana sıkıla aradığı kıvılcımının elçisi. Utangaç özleyişlerin kırık sesi. Gururuna yenilmiş hicranlı bekleyişlerin acılı inleyişi.
Deniz feneriyim ben. Beni buraya dikenler kendi devrilmişliklerine korkamadan dokunabiliyor mu acaba? Beni buraya bin bir zahmetle dikenler, kendi yalnızlıklarını görüyorlar mı acaba? Boranların tokatlarına direnmek üzere yapayalnız bırakanlar beni, yüreklerinin dünya fırtınalarında oraya buraya savrulduğunu fark ediyorlar mı?
Deniz feneriyim ben. Şairin dediği yerde duruyorum hâlâ. Can kulağın varsa, iç sesini duyunca yıkılmaktan korkmuyorsan, aynamda yüzünü görünce utanmayacaksan, gel dinle ikimizi. Şairi ve beni. Unutulmaya terk edilmiş eski limanları, rüzgârlı tepeleri, hüzünlü yağmur şıpırtılarını, için için yanan ‘dön!’ çığlıklarını ninniliyoruz ikimiz. Şiir ve ben:
Bakma öyle çok ışıklı olduğuma, körüm ben. Kör olduğunu bile göremeyecek bir kör. Her kör gibi bir kör. Görenlerin göz göre göre yitirdiği görme sevincini yeniden bulduran bir çift şaşkın gözbebeği. Deniz feneriyim ben. Gösteriyorum, göremiyorum. Beni görüp de kirpik uçlarına kadar taşan o eşsiz sevinçleri göremiyorum. Sen görmüş olmalısın. Kalbinin kıyısına ara sıra vurmuştur o huzurun sıcacık ateşi.
Öyleyse Mûsa’yı an şimdi: “Hani bir vakit, ehline demişti Mûsa, ‘gözüme bir ateş ilişti, ondan size bir haber getireceğim ya da bir yalın şu’le alıp geleceğim, olur a ısınırsınız.'”
Deniz feneriyim ben. Soğuk ve karanlık şu dünya gecesinde sevdalarını tutuşturan, sevinçlerini alevlendiren, dönüş yolunu seslendiren ‘ânestu nârâ” müjdesinin ışıklı sesi… Duyuyor musun: “Haberin olsun, bu ateşin eriştiği herkes ve çevresindeki herkes kutlu kılınmıştır! Subhan’dır o âlemlerin rabbi. Allah!”
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Harika..
👏👏👏 yüreğinize sağlık, kaleminize kuvvet. Bir kere yetmez. Defalarca okuması…
Defaatle okuyorum. Her okuduğumda, ayrı his.
Aklımı yakma!
Kalbimi yakma!
Sensinliğin kucağınadüşmekle,
Beni yakma!
Dökülüyor kalbimden…
“Anestu nara”
Işıklara kendimizi kapatmışız. Gözümüz kör, kulağımız sağır, hissizleşmiş duygularımız.
Bakışlarımız yamalı.
İçimizdeki ışığa sımsıkı sarılmalı.
İçimize bir ışık olmalı,
Ve Rabbe sımsıkı sarılmalı
Işığı yakan Allah olduğu bilmek.