Cennet ayaklarının altında ya sevgili anneciğim, bunu bilerek yürü. Adımlarına dikkat et. Ezme cılız çimenlerimi. Saksılarımı devirme. Havuzumu bulandırma. Çitlerimi yıkma. Benim cennetim orası; senin cennetin değil.
Yeni doğan insan için anne bir ilişki okuludur, bir duygu atmosferidir. İnsan cennetini de cehennemini annesiyle ilişkisinde bulur. ‘Kendim’ dediğini annenin baktığı yerden görür, tanır, tanımlar. ‘Kendim’ dediği, annesinin baktığı kadardır. Kendi değerini annesinin gözlerinden ödünç alır.
İlgisiz ve ihmalci annenin baktığı yerde, çocuk “yokmuş gibi” hisseder; değersiz olduğuna inanır. Çocuğunu kendi benliğinin devamı, uzantısı, aksesuarı sayan anne, çocuğunun yerine kararlar alır. Görücü usulüyle evlendirir, mesleğini seçer vs. Derken ihmalin yerini işgal alır. İşgal edilmiş çocuk da “yokmuş gibi” yaşamayı seçer.
İlgisiz ve ihmalci annenin baktığı yerde, çocuk “yokmuş gibi” hisseder; değersiz olduğuna inanır. Çocuğunu kendi benliğinin devamı, uzantısı, aksesuarı sayan anne, çocuğunun yerine kararlar alır. Görücü usulüyle evlendirir, mesleğini seçer vs. Derken ihmalin yerini işgal alır. İşgal edilmiş çocuk da “yokmuş gibi” yaşamayı seçer.
Ne yazık ki bu hissediş, çocuğun benliğinde biricik evren sanıldığı için ömür boyu sürer. Yetişkin de olsa, başka türlüsünün olabileceğine inanamayacağı, sürekli bağımlılık arayan rollerde bulur kendini. “Ayna, ayna, söyle bana. En güzel kim bu dünyada?” sorusunu soran anne, “Pamuk Prenses” yaptığı kendi kızını güzelce giyindirir ve baltalı celladıyla ormana sürgün eder.
Annenin ihmal ve işgal operasyonu, varsa, oğluna kıyasla, kızının üzerinde daha farklı sonuçlara yol açar. Çünkü kız anneyle daha çok vakit geçirir ve anneyi daha yakından modeller. Benlikler arasındaki sınırları, ihmal ederek ve işgal ederek yok sayan narsisistik anne, kızının varlığını bir tehdit olarak algılar ve kendi benliğinin uzantısı sayar. Yanında deri bir çanta gibi taşır kızını. Nereye isterse oraya götürür. Çantasının içine ne isterse koyar, istemediğini çıkarır.
Sürekli talimatlarla ve sıkı yönergelerle kızının “kendi kızı” olması gerektiğini vurgular. Aslında “kendi kızı” olması değildir istediği, “kendisi” yani “annesinin tıpkısı” olmasını bekler kızından. Kendisinin idealize versiyonu yapmaya çalışır kızını. Bu sırada, kendi benliğinde var olan, ben-merkezcilik, bencillik, duygusal olarak katı, soğuk ve uzak olmak gibi özellikleri kızına yansıtır kendi annesinde (kızının anneannesinde) görüp de hoşlanmağı nitelikleri kızına yapıştırır.
Narsisistik annede, anneliğin gerektirdiği duygusal yakınlık ve koşulsuz kabullenme yoktur. Kızının fiziksel ihtiyaçlarını karşılar ama onu duygusal yakınlıktan yoksun bırakır ve duygusal yetim haline getirir. Kızı kendisinde neyin eksik olduğunu fark edemez; annesinden alamadığı duygusal yakınlığı ve içten merhameti özler durur. Sürekli “bende bir şey eksik!” der. “Her şeyim var ama niye mutsuzum ki!” diye sorgular. Sosyal şartları müsait olan kimi ihmal/işgal edilmiş kızlar, kendi değerlerini erkeklerin gözünden almaya çalışır. Rastgele cinsel ilgiler ve ilişkilerin ardına düşer.
Çocukluğunda gördüğü sürekli suçlama ve denetim nedeniyle, oldukça düşük özdeğer, özşefkat ve özgüvene sahiptir. Kendi duygularına güvenemez. Annesinin hâlâ devam eden “Benim kızım olamadın!” suçlamasının kendi hatasından kaynaklandığını düşünür. Canla başla annesinin gönlünü yapmaya, rızasını almaya çalışır. Annesini asla memnun edemeyeceğinin farkında değildir. İçinde kendine yönelik aşağılayıcı, değersizleştirici, kınayıcı, ötekileştirici, tahkir edici seslerin kendisinden değil, annesinden geldiğini fark ettiğinde iyileşme yolu açar. Kendine yönelik duygusal yakınlıkları perdeleyen “iç sesler”i susturduğunda, “negatif düşünceler”i kaldırdığında, gecikmiş de olsa yeniden doğar.
İhmal ya da işgal edilmiş kız, güvenli bağ kuramaz. Olur da bağ kurarsa, erkek partnerinin duygusal yakınlığını algılayamaz ya da duygusal olarak soğuk partner(ler)i tercih eder. İlişkide duygusal önceliklerini ve ihtiyaçlarını ifade etmekten korkar; duygusal ihtiyaçlarını nasıl doyuracağını bilmez. Sadece derin bir boşluk ve/ya kaygı hisseder. Adını koyamadığı bir şeyin eksikliğini çeker. Hiçbir yerde mutlu olamaz ve huzurlu hissetmez. İlişkilerindeki boşluktan kaçmak için çoğu kez başka ilişkiler arar ve yeni ilişkilerinde de duygusal olarak var olamama halini tekrarlar.
Duygusal/cinsel hayatı neredeyse kâbustur. Muhafazakâr bir hayat görüşü varsa, cinselliği bir keyif olarak değil, “bir görev” olarak yaşar. Tensel yakınlığı arzulamaz; çoğu kez doyumsuz kalır. Doyumsuz kaldığını fark edemez bile. İşveli romantik eş olmaya değil; işe yarayan anne olmaya odaklı bir cinselliği tercih eder. Bir tür “kuluçka makinesi” gibi görür kendisini. Annesinin kızının adet döngüsüne, doğum kontrolüne, gebeliğine kadar hemen her şeyi kontrol etmesinden rahatsız olmaz. Büyük ihtimal kızını annesi evlendirmiştir ve kendi yakınında ev tutmuştur. Kızını “kendisi” ya da “kendisine ait” olduğunu var saydığı için kızının kocasına pasif agresif tutumla yaklaşır.
Narsisistik annenin kızı, çocukluğunda gördüğü sürekli suçlama ve denetim nedeniyle, oldukça düşük özdeğer, özşefkat ve özgüvene sahiptir. Kendi duygularına güvenemez. Annesinin hâlâ devam eden “Benim kızım olamadın!” suçlamasının kendi hatasından kaynaklandığını düşünür. Canla başla annesinin gönlünü yapmaya, rızasını almaya çalışır. Annesini asla memnun edemeyeceğinin farkında değildir. İçinde kendine yönelik aşağılayıcı, değersizleştirici, kınayıcı, ötekileştirici, tahkir edici seslerin kendisinden değil, annesinden geldiğini fark ettiğinde iyileşme yolu açar. Kendine yönelik duygusal yakınlıkları perdeleyen “iç sesler”i susturduğunda, “negatif düşünceler”i kaldırdığında, gecikmiş de olsa yeniden doğar.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Sormaya cesaret edemediğimiz, ezberletilmiş hayatın içinde heder edilmiş ömürler diyebileceğimiz bir yasam döngüsü. Anlamsız,kurak ve çorak bir hayat.