Terapi Odası’ndaki sessizliği ürkütücü bulsam da seviyorum. Yeterince sabredilirse doğurgandır sessizlikler. O sessizliğin rahminde dillenir kadim acılar. O kelimesiz ürpertinin göğsünde çırpınır sızılar. Tam orada durduk Y Hanım ile…
Kelimeler çekilince daha çok şey duyar olduk aramızda. İsa’yı doğuran Meryem’in durduğu yerdeydi Y. Ben de öyle… Tenhada yaşanmış derin utanç dile gelmek üzereydi. Gecenin siyah kirpik uçlarında katreleşen sancı yüzünü göstermeye hazırdı.
Sessizliği ben böldüm. “İman dediğin zayıf olsa ne olur?” dedim. “Ne kaybederiz imanımız zayıflayınca?” Yıllardır aldığı sıkı telkinin anlık bir sorunun ucunda titremeye tutulması korkuttu Y’yi. Gözlerini dehşetle açtı. Hem zaten beni “dindar” diye tercih etmişti.
Garip ki insan olarak yaşadığı, yaşayabileceği sürçmeler, salınmalar, savrulmalar, iman etme adına sıkı sıkıya yasaklanmıştı. İnsanlığını yaşamak ile iman etmek arasındaki çelişki içini bir eğe gibi törpüleyegelmişti. İnsan olarak yaşadığı suçluluğuna bir de “imanın zayıf senin!” suçlaması eklenmişti. Düştüğü yere uzanan Allah’ın kelamı, onu düştüğü yere iyice itip yapıştırmakta kullanılıyordu.
“Zayıf iman olur mu ki?” hocam dedi. Gözlerinde, ilk defa “Allah’ın gücüne gidecek” bir şey söylemenin korkusu ve “dini bütün” terapistinin sorusunun başlattığı kör inanca vedanın ışıltısı okunuyordu.
“Bisiklete binmeyi bilerek doğan var mı sizce?” Gözleri daha da parladı. “Bisiklete binen herkes düşer. Elini çizer, bacaklarını morartır, yüzünü kanatır.”
“İman etmek ömürlük bir eylemdir. İman zayıflar da güçlenir de. İncelir de kavileşir de. Öyle değil im?” Gözlerini yerden kaldırdı. Gözlerindeki ışıltı belirginleşti. Dudakları kıpırdadı. Konuşmak istedi. Kelimeler yetmedi. Sustu. Sadece “Keşke…” dediğini duydum. Ki bu da “Allah’ın gücüne gider”di ona göre.
“İman etmek ömürlük bir eylemdir. İman zayıflar da güçlenir de. İncelir de kavileşir de. Öyle değil im?” Gözlerini yerden kaldırdı. Gözlerindeki ışıltı belirginleşti. Dudakları kıpırdadı. Konuşmak istedi. Kelimeler yetmedi. Sustu. Sadece “Keşke…” dediğini duydum. Ki bu da “Allah’ın gücüne gider”di ona göre.
“Bakın,” dedim “ben bu sözü bir yerlerden hatırlıyorum. Daha önce çok duydum. Hazreti Meryem’in ağzından çıkıyor bir kere… Ama onun ağzından bir kere çıkıyor, bizim ağzımızdan bin kere çıkmasını istiyor Allah.
Demek ki Meryem’in yaşadığı suçluluğu Meryem’e hak görüyor. Meryem’in “Keşke…” diye sızlanışını dilimize veriyor, nefesimize doluyor.
Meryem’in “Keşke hiç doğmasaydım…” diyerek yaşadığını bizim de yaşayabileceğimizi fısıldıyor bize. “Meryem’in yaşadığını siz niye yaşamayasınız?” diyor.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Doğru zannedilen o kadar çok yanlış var ki…
İnsanın yaşadığı olaylar içindeki hassas terazide hep yeni bir dengesizlik ve ardından Rabbimizin bizden beklediği denge halini oluşturmayı gerektiriyor.Sanırım o anların hepsinde o dengeyi korumak kolay değil.Sahip olduğumuz bilgiler ışığında içimizdeki insanlık iman mayası ile bu dengeyi bulmaya çalışmak o esnada iman dalgalarını mı oluşturuyor acaba.Rabbim bizleri sevdiği kullar yolunda daim eylesin.Ve kolay eylesin.
İmtihanlar göğüs germek…. Teslim olmak…
Bazen çok zor be hocam