Resimde gördüğünüz cihaz ‘stetoskop’tur. Littmann’a teşekkür ederiz ki, biz hekimlerin ayrıcalıklı konumunu-kimselerin bilmediği şeyleri bildiğimizi, kimselerin duyamadığı sesleri duyabildiğimizi-onurlu imzasıyla taçlandırıyor. Çok iyi hatırlıyorum, üniversitenin ilk yıllarında, nihayet, şahane bir stetoskop alıp boynuma doladığımda, eşsiz bir ayrıcalık lezzeti tatmıştım. Gelin görün ki stetoskop kullanmak zorunda oluşumuzun hatırlattığı şahane bir sır vardır: Sessizlik bedenin temel dilidir.
Sessizlik, varlığın şiiridir. Çünkü bir yerde ne kadar az ahenk ve uyum varsa orada o kadar çok ses çıkar. Ahenk arttıkça, gürültü ve uğultu da azalır. En kaliteli motorlar en az ses çıkaranlardır. Henüz mükemmel bir motor yapamadığımız için mutlak anlamda sessiz bir motor yok-yakın bir gelecekte olacak gibi de görünmüyor.
Diyebiliriz ki bir yerde hiç ses yoksa, orada sonsuz bir ahenk vardır. Bu yüzden olsa gerek, tıpta, bir organ ne kadar sağlıksızsa o kadar kendini hatırlatır; ses çıkarır. Örneğin, göğsümüzde kalbin sesini duymak için stetoskop kullanmak zorunda kalırız; bu iyi haberdir. Ses çıkaran bir kalp, “mırmır” dediğimiz akış çalkantılarıyla sağlıklı olmadığını haber verir.
Şükür ki kalbin sesini duymak için stetoskop kullanmak zorundayız; kalbin sağlıklı da olsa bir sesi olsaydı, hayat hiç çekilmez olurdu. Bir defa, duygularımızı gizleyemezdik-heyecanlandığımızı kalbimizin atış sesleri ele verirdi. Hiçbir aşk platonik düzeyde kalamazdı; hemen açık ederdi kendini. Daha önemlisi, sürekli kasılıp gevşeyen bir kalbimiz olduğunu kalp sesleriyle sürekli hatırlamak, kalbimizin her an durabileceği ihtimaliyle gecemizi gündüzümüzü kabusa çevirirdi. Kalp sesini psikolojik olarak duyan ya da bir zamanlar yapay kalp kapakçığı operasyonu yüzünden kalbin çarpmasını duyan hastalarının bu dehşeti yaşar. Ayrıca, kalp seslerimiz duyulsaydı, ola ki çok sayıda insan olarak bir araya gelmemiz gerekseydi, üst üste binen kalp sesleri nedeniyle birbirimizi duyamaz, konuşamazdık…
Velhasıl, bir organ varlığını hissettiriyorsa, artık o sağlığını yitirmiş demektir. Organ sağlıklıysa, sessizdir; kendisini unutturacak kadar sessizdir üstelik. İşte bu Yaratıcı’nın lütuf dilidir. Öyle bir lütuftur ki bu, lütfu yoğunlaştıkça, lütfettiğinin fark edilmemesini göze alıyor!
Ne büyük sabır!
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.