Bu Ramazan Karadeniz’de dere tepe dolaşıyorum. Yola çıkarken, elimin de kalbimin de boş dönmeyeceğinden emindim. Mahcup ve mahzun etmedi Rabbim. Aybastı’da mandasıyla konuşan teyzeyi dinliyorum, Gürgentepe’de kuzularıyla meleşen delikanlının gözlerinin içine bakıyorum, Akkuş’ta tarlasına ektiği buğdayları el bebek nazlayan adamları tanıyorum: “örtüsüne bürünmüş” insanlar ne güzel! Ümmilik biricik hikmet kaynağı, eminim.
Sorun şu ki, önce dinin bilgisi ile dinin kendisini karıştırdık; şimdi de dinin bilgisini dinin kendisi yerine koyduk. “Suyun bilgisi” profesyonellerin “iş”idir ve kimsenin susuzluğunu gidermez. “Suyun kendisi” susayanların “ihtiyacı”dır ve susuzluğu giderir. Susuzluk sessizce yaşanır; vitrinize edilemez.
Sorun şu ki, önce dinin bilgisi ile dinin kendisini karıştırdık; şimdi de dinin bilgisini dinin kendisi yerine koyduk. “Suyun bilgisi” profesyonellerin “iş”idir ve kimsenin susuzluğunu gidermez. “Suyun kendisi” susayanların “ihtiyacı”dır ve susuzluğu giderir. Susuzluk sessizce yaşanır; vitrinize edilemez.
Profesyoneller konuşur ama amatörler susar. Profesyoneller de susadıklarında amatördürler. Amatörken işlerini yapmak yerine ihtiyaçlarını giderirler. Ümmi insanlardan anladığım şu ki hakikati bir iş olarak değil ihtiyacı olarak tadanlar susuyorlar. Susayanlar susuyor işte.
Müddessir Suresi’nin “Ey örtüsüne bürünen…” hitabı amatörlere olmalı. Amatörler, yani susayanlar, muhtaçlıklarını dışarı taşırmadan, sessizce yaşar. Profesyoneller işlerini sürekli konuşarak, kesintisiz görünerek, iddialaşarak yapar. Profesyonel gösteri, amatör varoluşu mağlup eder. Ustaca kotarılmış vaazlar, acemiliğin yırtık avuçlarında yeşeren suskunluğu örter; yok saydırır.
Amatörler görünmez, duyulmaz. Kelimenin tam anlamıyla mahcupturlar. Bir hicabın ardında istiğna ile yaşarlar. İhtiyaçlı olmanın mahcubiyetine bürünmüşlerdir. Kırılganlıklarını iliklerine kadar yaşar, ölüm-kalım arasındaki gel-gitlerle sarsılırlar. Dudakları çatlak, sesleri titrek, sözleri kırıktır.
Amatörler görünmez, duyulmaz. Kelimenin tam anlamıyla mahcupturlar. Bir hicabın ardında istiğna ile yaşarlar. İhtiyaçlı olmanın mahcubiyetine bürünmüşlerdir. Kırılganlıklarını iliklerine kadar yaşar, ölüm-kalım arasındaki gel-gitlerle sarsılırlar. Dudakları çatlak, sesleri titrek, sözleri kırıktır.
Dağ zirvesinden kopan bir kaynak gibi sessizce akar, gözden uzakta bir gözede duru bir pınar olurlar. Tiryakileri onları bilir ve bulur. Hakikatin tadını bilenler, tövbekâr, sarhoş, saçı sakalı kirli ümmilerin hecelerindeki kekre su tadını sever. Gazlı içeceklerden uzak dururlar.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.