اللَّهُمَّ أَحْسَنْتَ خَلْقِي فَأَحْسِنْ خُلُقِي
“Allahümme ahsente halkî fe ahsin hulukî”:
Böyle dua ediyor Resulullah: “Allah’ım, ‘halk’ımı Senin görmek istediğin güzellikte eyledin, ‘ahlak’ımı da Senin gösterebileceğim güzellikte eyle.” Resulullah’ın[asm] her dua cümlesi, içinde bir tefekkür barındırır. Bu kısa ve sade cümlenin içinde eşsiz bir fikir nüvesi vardır. Evvela, duanın ana metninde geçen ‘halk’ kelimesinin ‘yaratılış’ anlamında olduğunu hatırlayalım. Duaya meal yazarken, ‘halk’ kelimesini muhafaza ettim ki, ‘halk’ ve ‘ahlak’ arasındaki devamlılık göze çarpsın. Bu cümleyle Resulullah ‘ahlak’ın ‘halk’ın yani ‘yaratılış’ın devamı, süreği olduğunu hatırlıyor. Yaratılışımız yani ‘halk’ımız bize Allah’ın sunduğudur: ‘ahlak’ımız ise bizim Allah’a sunduğumuzdur. İlki, Allah’ın bizi görmek istediği haldir; ikincisi ise bu hali temel alarak bizim tercihlerimizle inşa edeceğimiz hallerdir.
Hadise meal yazılırken, bir başka derin anlam örgüsünü de kaçırmak istemedim. Cümledeki “ahsente” ve “ahsen” fiilleri “güzelleştirmek” diye çevrilir. Yani bu hadisin mealini daha çok şöyle duyabilirsiniz: “Allah’ım yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir.” Fakat, ben “güzelleştirme” ya da “güzel eyleme” diye çevrilen “ihsan” köklü bu kelimeyi, yine Resulullah’ın[asm] verdiği kök anlamla anlamayı teklif ediyorum. “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi yaşamaktır. Sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” [Bakınız, Cibril Hadisi] Güzellik dediğimiz kavram, bu nebevî tanımdan anlaşılacağı üzere görme/görünme ekseninde akar. Güzel, gören gözle vardır. Güzel olmak güzel görünmeye dairdir. Aslında, Türkçe’deki “güzel” kelimesi de “göz-el” bileşik kelimesinden kök alarak, bu sırrı taşır. “Göze el veren”e güzel denir. Yani önce göz vardır, sonra güzel var olur. Güzel bakışın olduğu yerde gerçekleşir güzellik. Hiçbir şey güzel göreni olmaksızın güzel olamaz! Nakış, bakışla vardır. Manzarayı nazar inşa eder.
Şu halde, diyebiliriz ki, insanın yaratılışının ‘halk’ının güzelliği, Yaratıcı’sının insanı görmek istediği haldir. Her eser, eser sahibi onu görmek istediği için vardır. Bir eserin yokluktan varlığa getirilmesini isteyen, görünmezken göze görünmesini irade eden Sanatçısıdır. Eserin nasıl var olacağı da, yine eser sahibinin onu nasıl görmek istediğiyle belirlenir. Bir eserin şekli, rengi, hacmi, konumu vs sanatçısının ona uygun gördüğü ‘en güzel hâl’dir. Eser ne haldeyse, o hâl sanatçının en güzel gördüğü haldir. Başka türlü görmek isteseydi, başka türlü görünür kılardı eserini.
İnsanın yaratılışı, yani ‘halk’ı insanı Yaratıcısı’nın görmek istediği, insana en uygun, insana en yakışan, insan için en güzel olan haldir. Peki ‘halk’ı tamamlanmış insandan bunun üzerine ‘ahlak’ eklemesi niye istenir? Ne yani, yarım mı kalmıştır insanın yaratılışı?
İnsanın yaratılışı, yani ‘halk’ı insanı Yaratıcısı’nın görmek istediği, insana en uygun, insana en yakışan, insan için en güzel olan haldir. Peki ‘halk’ı tamamlanmış insandan bunun üzerine ‘ahlak’ eklemesi niye istenir? Ne yani, yarım mı kalmıştır insanın yaratılışı?
Şöyle olsa gerek:
İnsan, diğer varlıklardan farklı olarak, irade sahibidir. İnsan seçimlerde bulunabilir. Tercihlerle kendini istediği şekle, dilediği konuma, arzu ettiği hale yoğurabilir. Bir bakıma, Allah kendi şaheseri olan insanı, yine kendi şaheseri insana zimmetlemiştir. Eseri olan insanın iradesine güveninin icabı olsa gerek, diğer varlıklar için böyle bir zimmetleme görünmüyor. Mesela, bir arı doğduğu saniye ömür boyu ne yapacağını bilerek doğar. Özel bir eğitime ihtiyaç duymaz. Hangi çiçekleri nerede bulacağını, o çiçeklerden nektarı nasıl emeceğini, kovanına hangi yoldan döneceğini bilir. Kendisine verilen ‘halk’ ile kendisinden beklenen ‘ahlak’ yani davranış kodu doğduğu an eşitlenmiştir. Resulullah’ın bir insan olarak ettiği dua, arı için doğduğu anda kabul edilmiştir. Kendisinden bekleneni ömrünün ilk saniyesinde mükemmelen ortaya koyar arı; bir ömrü hiç sapmadan tamamlar. ‘Halk’ının hakkını veren bir ‘ahlak’la var olmaya devam eder; hiçbir şekilde ahlaksızlık yapmaz. Çünkü ahlaksızlık yapacak iradesi yoktur.
İnsan irade sahibidir, tercihleri vardır, seçimler yapar. Kendisine verilen temeli kendi iradesiyle değiştirir, dönüştürür, yoğurur. Sanatçısının görmek istediği hali, Sanatçı’ya görünmek istediği hal olarak iradesiyle ortaya koyması beklenir.
Bu farkı şöyle de anlayabiliriz. İradesi ve dolayısıyla beğenisi olmayan bir çocuğa, ebeveyni kendisinin uygun gördüğünü giydirir. Çocuğun en güzel nasıl görüneceğine çocuk değil ebeveyni karar verir. Elbette ebeveynin tercihi en güzelidir. Fakat çocuk büyüyüp de kendi seçimlerini yapmak istediğinde, kendince beğenileri geliştiğinde, ebeveyninin kendi tavsiyesini yapıp kenara çekilmesi, çocuğunun nasıl görüneceğini çocuğunun tercihine bırakması beklenir.
Tercihi olan insan da Yaratıcısının gözünde böyle biridir. Reşittir. Erişkindir. Tercihlerine saygı duyulur. Seçimde bulunmasına izin verilir. Yaratıcısı irade sahibi insana seçenekleri gösterir; onu seçimlerinde özgür bırakır. Hangi seçeneğin insana en güzel yakışacağını da tavsiye eder, teklif eder. Fakat seçimlerinin bedelini ödemeye hazır bir sorumluluk da yükler.
Söz gelimi, insana yaratılışının parçası olarak iki göz verir Sanatçısı. Bu gözlerle nasıl bakacağını insana bırakır; neye, nasıl bakması gerektiğini tavsiye eder: “Böyle bakmak gözlerine yakışmaz. Ama şöyle bakmak tam gözlerine lâyık” der. Göz ‘halk’tır; olabileceklerin en güzeli olarak doğuştan verilmiştir. Bakış ise ‘ahlak’tır; olabilecek en güzel bakışı tercih etmek insana bırakılmıştır. Kulak, ‘halk’tır; dinlemek ise ‘ahlak’tır. Neye kulak vermenin bize yakıştığını söyler Allah. Ellerimiz ‘halk’tır; ellerimizle neyi nasıl tutacağımız, nereden ne alacağımız ‘ahlak’tır. Dilimiz ‘halk’tır; konuşmak ise ‘ahlak’tır. Hangi sözün dilimize yakışacağına, hangi sesin nefesimizi güzelleştireceğine, hangi haberin dudaklarımıza lâyık olduğuna karar vermemiz konusunda bize önerilerde bulunur Sanatçımız.
Göz ‘halk’tır; olabileceklerin en güzeli olarak doğuştan verilmiştir. Bakış ise ‘ahlak’tır; olabilecek en güzel bakışı tercih etmek insana bırakılmıştır. Kulak, ‘halk’tır; dinlemek ise ‘ahlak’tır. Neye kulak vermenin bize yakıştığını söyler Allah. Ellerimiz ‘halk’tır; ellerimizle neyi nasıl tutacağımız, nereden ne alacağımız ‘ahlak’tır. Dilimiz ‘halk’tır; konuşmak ise ‘ahlak’tır. Hangi sözün dilimize yakışacağına, hangi sesin nefesimizi güzelleştireceğine, hangi haberin dudaklarımıza lâyık olduğuna karar vermemiz konusunda bize önerilerde bulunur Sanatçımız.
Yaratılışı, yani ‘halk’ı en güzel olanın bunun üzerine en güzel ‘ahlak’ı giymesi beklenir. Allah’ın, güzel görmek istemesinden ibaret olan ‘halk’ın üzerine, Allah’a en güzel görünmek olan güzel ‘ahlak’ yakışır. Allah istediği için güzel görünür insan. İnsan, kendisi istediği için, güzel görünmeli Allah’a. Kendisi isterse… Kendi istediğince…
Allah’ım, Sen beni güzel görmek isteyerek ‘halk’ ettin, beni Sana güzel görünme isteğiyle ‘ahlak’landır.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
MAŞAALLAH BAREKELLAH.
MÜKEMMEL BİR BAKIŞ,
MÜKEMMEL BİR DERİNLİK.
ALLAH RAZI OLSUN.