İbrahim Sûresi ve Yusuf Sûresi, “elif lâm râ” parolasıyla açar hitap sahnesini… “Hurûf-u mukattaa” denir bu harflere. “Kesik harfler…” Sözün başını bekler kesik harfler; konuşmazlar. Bir anlam giymezler. Anlaşılmak için konuşan Rahmân’ın sırrına eşik olurlar. Hurûf-u mukattaa karşısında susmak düşer insana.
İnsana zerre zerre anlam bahşeden, her eylemi hikmetli Rabbin anlamsız bir şey söylemesi, elbette ki muhaldir. Kesik harfler karşısında susmak, onların anlamsızlığından değildir; anlamını kuşatmama edebindendir. Deniz gibidir vahyin her kelimesi; kuşatamazsın ama bir kıyısında serinleyebilirsin.
İnsana zerre zerre anlam bahşeden, her eylemi hikmetli Rabbin anlamsız bir şey söylemesi, elbette ki muhaldir. Kesik harfler karşısında susmak, onların anlamsızlığından değildir; anlamını kuşatmama edebindendir. Deniz gibidir vahyin her kelimesi; kuşatamazsın ama bir kıyısında serinleyebilirsin.
Öyleyse avucumuza dokunan ilk ak köpüğü selamlayalım.
Vahiy, Rabbin insana açılışıdır. Lâkin insanın kendisini kendisine açmak için iner Söz. Varlığını bir hakikate yaslamak ister insan. Bir ‘anlam’ zemini arar kendine. Rab, demek ister ki ‘kesik harflerle’ “Rabbiniz kelimelere muhtaç değil. Sizsiniz kelimelere muhtaç olan. Dilerse size kelimesiz de konuşur. Konuşabilirdi. Aklınıza eğiliyor Rahmân. Seviyenize iniyor. Alnınıza söz yağmuru değdiriyor.” “Görmüyor musunuz?” der adeta “elif lâm râ…” Yusuf ve İbrahim’in adını taşıyan surelerin akışında “elemterâ…/görmüyor musunuz?” hitapları bir kırılmayı temsil eder. Ne güzel ki “Elemterâ” cümlesinin kelimeleri de “elif lâm râ” ile başlar.
Hurûf-u mukattaa’ların eşiği susmaya çağırır insanı; doğru. Öyle bir susuş olmalı ki bu; Kur’ân’ı dinleyen can kulağı kesilmeli insan. İşte İbrahim Sûresi’nin “elif lâm râ” sonrası konuşması… İlk ayet: “Elif Lâm Râ. Bir kitab ki sana indirdik, insanları Rablerinin izniyle zulmetlerden nûra çıkarasın diye, doğruca O Azîz’in Hamîd’in yolun[d]a yürütesin diye…” Yusuf Sûresi’nin “elif lâm râ”dan sonrası da rüyaları gösterir, rüya içinde rüyalarda görünenlere işaret eder. Gönlü görmeye çağırır. Azîz’dir insanların Rabbi, insanların akıllarına eğilir, tenezzül eder. Hamîd’dir insanların Rabbi; insanların anlamsız karanlıklardan anlamlı aydınlıklara çıkmasını diler.
Hurûf-u mukattaa’ların eşiği susmaya çağırır insanı; doğru. Öyle bir susuş olmalı ki bu; Kur’ân’ı dinleyen can kulağı kesilmeli insan. İşte İbrahim Sûresi’nin “elif lâm râ” sonrası konuşması… İlk ayet: “Elif Lâm Râ. Bir kitab ki sana indirdik, insanları Rablerinin izniyle zulmetlerden nûra çıkarasın diye, doğruca O Azîz’in Hamîd’in yolun[d]a yürütesin diye…”
Görmüyor musunuz? Azîz olan dileseydi eğilmezdi insan aklına. Azîz’dir O; muhtaç değil, insandır muhtaç olan. Hamîd olanın kimsenin övgüsüne, beğenisine ihtiyacı yoktur. Hamîd dileseydi sizi karanlıklarda bırakır, anlamsızlığa mahkum eder, baştan yokluğa terk ederdi. İnsanların nesi varsa övgüye değer, insanlar neyi beğenilerine değer görüyorlarsa, Hamîd olan Rableri onları yokluktan varlığa çıkardığı içindir. Azîz’dir O; Hamîd’dir; sizin Zât’ını övmenize muhtaç değil, size konuşarak sizi övülmeye değer görüyor Hamîd.
Çoktan O Azîz ve Hamîd’in yolunda yürüyorsunuz. Görmüyor musunuz size kitap indirdiğini?
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Merhaba hocam
Yazılarınızı Beğenerek okuyor ve takip ediyorum. Rabbim size uzun ömürler versin.
Hayırlı ramazanlar diliyorum