1772 yılı. Mevsimlerden bahar. Almanya’da Neckar ırmağı kıyısındaki Lauffen kasabasında genç bir adam hayata veda ettiğinde, geride iki yaşında bir oğlan çocuğu bırakır.
Babasızlığın acısını çiçek bahçelerinde dindirmeye çalışır oğlan çocuğu. İçinin sessiz acılarını, yüreğinde közlenen kederleri, adını koyamadığı hasretleri hecelere döker.
“Ben çocukken…” diye başlar. Bir duanın kanat uçlarına asar hecelerini. “Tanrı korurdu beni hep/İnsanların şamatasından sopasından/Ne güzel ne güvenli oynardım/Korunun çiçekleriyle/Göğün meltemleriyse/Benimle oynardı/Narin kollarını/Sana doğru uzatırken/Nasıl sevindirirsen/Yüreğini bitkilerin/Öyle sevindirirdin benim yüreğimi de…”
“Ben çocukken…” diye başlar. Bir duanın kanat uçlarına asar hecelerini. “Tanrı korurdu beni hep/İnsanların şamatasından sopasından/Ne güzel ne güvenli oynardım/Korunun çiçekleriyle/Göğün meltemleriyse/Benimle oynardı/Narin kollarını/Sana doğru uzatırken/Nasıl sevindirirsen/Yüreğini bitkilerin/Öyle sevindirirdin benim yüreğimi de…”
Bir şair ruhu ninnilenir acıların beşiğinde. İnancın ve yalnızlığın nöbetçileri Rainer Maria Rilke, Herman Hesse gibi düşünürlere ilham kaynağı olur. Yüreğine saf inancı yerleştirip yaşatmak için çırpınan Goethe’nin de yakın dostu olur. Yalnızlık ve sürekli melankoli halindedir. Dostlarına sadık ama toplumdan uzak yaşamaya eğilimlidir.
Yıllar sonra Hölderlin diye ünlenecektir oğlan çocuğu. Etkilediklerinden biri olan Nietzsche’nin “Hiçbir sanatçı gerçekle yetinmez!” dediğini doğrular hayatı. Hiçbir yerde kalamaz, hep arar, hep sorar. Durduğu ve durulduğu bir yer yoktur. İçindeki ateşin sancısını şiire sızdırır, romana döker. Birkaç acı aşk hikayesinin kırık kalpli tarafı olur. Her defasında “ana gibi yar olmaz!” dercesine anasına kaçar. Kalbinin kırıklarını, ancak annelerin bakışlarından emilebilen rahmetle onarmayı dener. Romanındaki kahramanın ağzından seslendirir arayışını: “Biz hiçiz, aradığımızsa her şey…”
Bir dostuna, tamamıyla çıldırıp dünyadan kopmadan az önce yazdığı mektupta aczini anlatır: “Başkalarından daha kolay yok edilebilir olduğumdan, benim üzerimde yıkıcı etkisi olan şeylere üstünlük sağlayabilmek için daha çok çaba harcamam gerektiğine inanıyorum.” Kendi kozası içinde hapsolmuş bir ruhun, saf imanın susuzluğunu çeken bir kalbin itirafıdır Biricik adlı şiiri:
“Beni eski/Mutlu kıyılara bağlayan/Nedir ki, yurdumdan/Daha çok seviyorum onları?”
Hölderlin’e göre, şiir yazmak “bütün uğraşların en masumu…” Dil ise, “mülklerin en tehlikelisi”dir. Ama şunun için verilmiştir insana: “Kendisinin ne olduğuna tanıklık edebilsin diye…” İnsan olmak “söyleşi olmak”tır: “Çok şey öğrenmiştir insan./Göklülerden nicesini adlandırmıştır o,/Biz bir söyleşi olalı/Ve birbirimizden işitebileli…”
Hölderlin’e göre, şiir yazmak “bütün uğraşların en masumu…” Dil ise, “mülklerin en tehlikelisi”dir. Ama şunun için verilmiştir insana: “Kendisinin ne olduğuna tanıklık edebilsin diye…” İnsan olmak “söyleşi olmak”tır: “Çok şey öğrenmiştir insan./Göklülerden nicesini adlandırmıştır o,/Biz bir söyleşi olalı/Ve birbirimizden işitebileli…”
Hölderlin’in yoğun bunalımlar ve öfke nöbetleri içinde okuyup okumadığından emin olmadığımız bir mektup var elimizde. Annesinden. Bir “şefkat kahramanı”ndan:
“Sana defalarca yalvardığım halde senden birkaç satırlık mektup bile alma mutluluğuna eremedim gerçi, ama canım yavrum, seni ne denli sevdiğim ve seni her zaman nasıl düşündüğüm konusunda sana güvence vermekten kendimi alamayacağım. Bir kez daha bana yazsan da, beni, sevgili anneni hâlâ sevdiğini ve hatırladığını bildirsen, nasıl bir sevinç, nasıl bir haz duyardım. Belki bilmeden ve istemeden, öylesine kolayca incinmene ve acı bir kin duymana yol açtım. Durum böyleyse, n’olur bildirde, pürüzleri gidermek için elimden geleni yapayım.
Öte’yi, yani ahireti, yani sonsuzluğu su gibi gerekli kılan dünya çatlağını tarif ederek çekildi aramızdan yetim oğlan çocuğu… Yandı. Yaktı. Az sayıda insanı yakar Allah ki, çoğu insan aydınlanabilsin. O yürekli ateşin, o ateşli yüreğin şavkında…
“Her şeyden çok, sevgili Tanrı’mıza karşı ödevlerinde kusur işlememen için, yüreğimin olanca gücüyle yalvarırım sana. Biz bu yeryüzünde, sevgili Rabbimizin lutfuna ermekten daha büyük bir mutluluk bulamayız. Bu Rabbe yönelmek için pek büyük bir ciddiyetle çaba gösterelim ki, Öte’de bir daha bulalım birbirimizi, artık hiç ayrılmamasıya…”
Öte’yi, yani ahireti, yani sonsuzluğu su gibi gerekli kılan dünya çatlağını tarif ederek çekildi aramızdan yetim oğlan çocuğu… Yandı. Yaktı. Az sayıda insanı yakar Allah ki, çoğu insan aydınlanabilsin. O yürekli ateşin, o ateşli yüreğin şavkında…
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Çok şükür bir iki ineği otlatma bahtiyarlığını Mevla büzere nasib eyledi çocukken… 🌼