Basit ama kesin bir fizik kuralıdır: Bir yerde bulunman için diğer yerleri terk etmen gerekir. Bir anda iki yerde bulunman mümkün değil. Sadece bir yeri tercih etmen gerekir. Bunun bedeli bulunabileceğin başka bütün yerlerden çekilmektir. Tercihin sonsuz terk edişleri gerektiriyor. Ve her tercihinin terk ettiklerine değmesini arzuluyorsun. Yoksa ziyanda sayıyorsun kendini.
Şimdi buradasın. Gözlerin bu satırlarda. Değdiğini düşünüyorsun ki, başka sütunları terk ettin, başka sayfalardan çektin gözlerini. Aklın sadece burada, başka yerde değil. Okuyorsun. Ân’ın hakkını vermeye çalışıyorsun. An/lamak kaygısındasın. Başka işleri yüz üstü bıraktın.
Şimdi buradasın. Gözlerin bu satırlarda. Değdiğini düşünüyorsun ki, başka sütunları terk ettin, başka sayfalardan çektin gözlerini. Aklın sadece burada, başka yerde değil. Okuyorsun. Ân’ın hakkını vermeye çalışıyorsun. An/lamak kaygısındasın. Başka işleri yüz üstü bıraktın.
Kaçılmaz bir kader bu! Yapıp ettiğin tek iş alış-veriş. Aldığın her şey için bir şey/ler vermen gerek. Verdiğince alıyorsun. Nefesin bile alışta verişte. Şimdi buradasın; en basit gerçeğin bu. Başka bir zamanda değilsin. Başka yere değmiyor ayakların. Bütün ağırlığınla mekânın ortasındasın. Yüzün bu an’a dönük. Kalbin bu yerde atıyor Gitmeyeceksin bu yerden. Terk ettiklerine değdiği için bu yerdesin.
Şimdi ne kaldırabilirdi seni yerinden? Hangi şey şimdi ve burada olmandan daha hayatî olurdu senin için? Kim burada şu halde bulunmaktan daha sevimli, daha kârlı, daha tatlı bir hal teklif edebilirdi sana? Arkana bile bakmadan bu odayı, bu bilgisayarı, bu sayfayı, bu koltuğu sana terk ettirecek bir seçenek yok mu sence?
Sen “Allah ve [Allah adına] Elçisi’nin çağırdığı yer” den daha güzel bir yer biliyor musun? “Allah’ın ve [dolayısıyla] Elçisi’nin çağırdığı” hâli arkada bıraktıracak, elinin tersiyle ittirecek, terk ettirecek, unutturacak, göz ardı ettirecek bir seçeneğin olabilir mi? “Orada bulunmaktansa burada bulunmam daha kârlı, daha anlamlı, daha yararlı” diyebileceğin bir yer tarif edebilir misin?
Nereye çağrıldığın kadar, çağıran da önemli değil mi! Seni senin kadar düşünmeyenlerin çağırdığı yer, sana senin kalbinden de yakın Bir’inin çağırdığı yerden daha kârlı olabilir mi? Senin kalbinin gizli arzularını ve mahrem fısıltılarını hiç duymayan, duysa da önemsemeyen, önemsese de elinden bir şey gelmeyen birilerinin çağırdığı hâl, senin kalbine senden de yakın Bir’inin çağırdığı halden daha sevimli olabilir mi?
Nereye çağrıldığın kadar, çağıran da önemli değil mi! Seni senin kadar düşünmeyenlerin çağırdığı yer, sana senin kalbinden de yakın Bir’inin çağırdığı yerden daha kârlı olabilir mi? Senin kalbinin gizli arzularını ve mahrem fısıltılarını hiç duymayan, duysa da önemsemeyen, önemsese de elinden bir şey gelmeyen birilerinin çağırdığı hâl, senin kalbine senden de yakın Bir’inin çağırdığı halden daha sevimli olabilir mi?
Öyleyse, “Ne zaman Allah ve [Allah adına] Elçisi [seni] hayat[verecek şeyler]e çağırırsa, hemen git. Bil ki Allah [senin]le kalbi[n] arasına girer.” [Enfal, 24] Sana senin kalbinden daha yakın Bir’inin çağrısı, seni kalbinden uzaklaştıran bütün çağrıları uzakta bırakmaya değmez mi? Senin kalbine senden daha yakın Bir’inin çağrısı, kalbini unutarak/kırarak/küstürerek/ağlatarak gittiğin yerlerin hepsini terk etmeye değmez mi?
Dirilişin orada! Hiç durma! Terk et burayı! Eve dön! Kalbine dön! Kendine dön! Rabbine dön!
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.