“senin ilmin ne ki kur’an mealciliği taslıyorsun?? yok kelebek yok narinlik bırak bu süslü kelimeleri. içi bomboş bir yazı, fanlarına aldanma diye yazıyorum. din işlerine en son girecek birisin boyundan büyük işlere girip ilmi sulandırıyorsun, SENAİ YAPMA !!!”
Bu tür yorumlardan sık sık alıyorum. Çoğu kez gülüp geçiyorum. Ciddiye almıyorum. Ancak bir kereliğine, sosyal medyada adını saklayan ya da uydurma bir ismin arkasına sığınan bu ‘tür’ için, bu yorumu numune olarak paylaşmak istedim. Bunu yazan[lar]ın zihinsel arka-planını görmemiz önemli.
Bu “cins” arkadaşlar,
1. Öncelikle “sen” diye hitap ederek, üstenci bakışlarını ifşa ederler. Onlara göre ben ya da başkası “sen” diye hitap edilebilecek, nezaket mesafesini hak etmeyen, azarlanacak “çocuklar” gibidir. Kendileri yukarıda, başka herkes aşağıdadır.
2. Belli ki akıllarını cebine koydukları bir “hoca”ları, “babaefendi”leri, “hocababa”ları, “abla”ları vardır. Kur’ân’ı anlama işlerini ona havale etmişlerdir. Allah, doğrudan hitap etmez kendilerine; hiyerarşik bir sırayla konuşur. “Kutsal”ı araçsallaştıran, “din”e yaslanan bir feodalizmin kurbanıdırlar. Ve şimdi de kurban rolünden sıyrılmak için zalim rolünü benimser ve öyle tepeden konuşurlar.
3. “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır!” diye aceleyle herkesi uyarırlar. Deseniz ki “Ne kadar güzel söylüyorsun; benim bir şeyhim var!” “Kimmiş o bakiiim…” derler, şeyhiniz kendi şeyhleri değilse, üzülürler. Aslında şunu söylemek isterler: “Şeyhi [bizim şeyh] olmayanın şeyhi şeytandır!” Şeytanca bu cümleyi baştacı yaptıklarının farkında değildirler.
4. İnceliklerden nefret ederler. Onlara göre her şey kaba ve kalın olmalı. Siyah-beyaz bakarlar her şeye; “ya hep ya hiç!” toptancılığıyla düşünürler-ki aslında bu düşünmek değil, akıllarındaki şablonu tekrarlamaktır, alışık oldukları “sakız”ı çiğnemektir. Zihinsel geviş getirmedir.
5. Az anlar ve çok inanırlar. Anlamadan inanmak . İnançlarını koyulaştırdıkça, anlama açıklarını kapattıklarını sanırlar.
Az anlar ve çok inanırlar. Anlamadan inanmak kolaylarına gelir. İnançlarını koyulaştırdıkça, anlama açıklarını kapattıklarını sanırlar.
6. Az anlayıp çok inandıkları için “fedai” ve “fanatik” olarak kendilerini ispatlarlar. “Fanlar”ıma vurgu yaparken, dertlerinin fanatiklik, taraftarlık olduğunu açığa vururlar. İnsaf ve vicdana yer yoktur hayatlarında. Toptancı düşünür, hazır yargıları alır ve hemen giyinirler. Konfeksiyon yargılara müşteridirler. Başkalarını karalayarak kendilerini aklama konusunda böylesi daha kolay ve hızlı sonuç verir.
7. “Din işleri” diye bir alan icat etmişlerdir; tüm işlerin “din işi” olduğunu görmezler. Din ve dünya işlerini ayırmışlardır; laiktirler. Onlara göre din, hakikat değildir; sandıkları, varsaydıkları, üzerlerinde şimdilik gezdirdikleri bir ritüeldir. Vestiyer olarak taşırlar ahlakı; giyinmezler.
İnceliklerden nefret ederler. Onlara göre her şey kaba ve kalın olmalı. Siyah-beyaz bakarlar her şeye; hep ya da hiç toptancılığıyla düşünürler-ki aslında bu düşünmek değil, akıllarındaki şablonu tekrarlamaktır, alışık oldukları “sakız”ı çiğnemektir. Bir tür zihinsel geviş getirmedir.
8. “SENAİ YAPMA !!!” uyarısından anlayacağınız üzere, seslerini yükselterek haklı çıkmak gibi bir gelenekleri vardır. Seslerini yükseltemedikleri için BÜYÜK HARF VE ÇOK ÜNLEM !!! ile yazıda gürültü koparırlar.
9. Kendilerine cevap yazdığınızda ya da söverek bile olsa olsa tepki verdiğinizde, önemsendiklerini hissederler; en çok aç oldukları şeyi ararlar. Önemsenme ihtiyaçlarını “dinsel hiyerarşi” içinde aramaya alışık oldukları için, önemli gördükleri birine dokunarak, ünlü saydıklarına sürtünerek tepki almak isterler.
10. “ilmi sulandırıyorsun!” sözünden anlayın ki, daha çok katı “gıda” ile beslenirler. “Fast-food” gibi “hızlı-menü”leri vardır. Kısa yoldan cennetlik olacak yolları ararlar. “Kabir azabından kurtaracak dua! Az sonra…” satışlarının ilk müşterileridirler. “Her salavata bir huri!” tezgâhtarlığı yaparlar. “Yanmayan kefen”den, “Peygamberi rüyada gördüren terlik”e kadar hazır sandviçlerle doyarlar.
“Fast-food” gibi “hızlı-menü”leri vardır. Kısa yoldan cennetlik olacak yolları ararlar. “Kabir azabından kurtaracak dua! Az sonra…” satışlarının ilk müşterileridirler. “Her salavata bir huri!” tezgâhtarlığı yaparlar. “Yanmayan kefen”den, “Peygamberi rüyada gördüren terlik”e kadar hazır sandviçlerle doyarlar.
11. Ellerinde her zaman bir “samimiyet-ölçüm cihazı” vardır. Bir hamlede, şıppadanak karşılarındakinin samimiyetini anlarlar, ihlasını tartarlar, ilmini hesap ederler, boy ölçüsünü alırlar. Cennete alınacaklar listesini Allah kendilerini soracaktır sanırlar. Kendilerini hesaplarını vermiş, sıratı geçmiş, cennete çoktan yerleşmiş sayarlar. Cennetlik olduklarından o kadar emindirler ki, sıra benim ya da diğerlerinin cennete gidip gitmeyeceğine karar vermeye gelmiştir.
12. Anlamadıkları her kelimeye “süslü” derler, kafalarının basmadığı her cümleyi “felsefe yapıyorsun!” diye paketlerler. Tekrarladıkları klişelere uymayan, ezberledikleri şablonların dışından kalan tüm düşünceler tehlikelidir, şirktir vs. Başkalarını çamurlayarak, kendilerini aklarlar.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Mükemmell kelimeler Harika anlatım 👏👏👏👏👏👏👏
Söylemek istediklerimi birebir yazmışsınız sanki..Ağzınıza sağlık. Daha güzel ifade edilemezdi.