“Ve yürütüldüğünde dağlar…” uyarısını duyar duymaz içime dağ gibi bir ciddiyet oturuyor. Kıyametim başlıyor; sessizce. Dayandığım güvenceler, sığındığım söylenceler kar taneleri gibi uçuşuyor. Dağları yürüteceğini söyleyen, dağları sarsılmaz ve yıkılmaz yaparken de söz söylediğini ima ediyor. Kıyametimi dağ üzerinden hatırlatan, kıymetimi de dağ üzerinden ölçüyor olmalı. “Dağ bile olsa sonsuz mutluluğunun yoluna dikilen, dağlar yürütülecek… Dağ gibi ölümler girse de ebedî huzurunla aranla, dağlar da sökülecek, ölüm de ölecek… Seni onarmak için, bu âlemi yıkmaya değer görüyorum, farkında mısın?”
“Dağları sizin için sarsılmaz sütunlar yaptık…” Söz’ün elmas sütununda yükseldikçe dağ, söz kesilir, söz sütunu diye okunur. Ciddiyet anıtıdır dağ. Sözünde durmanın imzası. Duru ve diri sözlerin ak saçlı bilgesi. Ümitsizliğe gözdağı. “Ömrünün yamaçlarını rüzgârlar dövse de, serin pınarlar besleniyor göğsünde” fısıltısının yere çakılmış hali. Dağdağalı dünya denizinde teselli adası. “Başından fırtınalar eksik olmayacak elbette; dayan, sabret; az sonra ahiretinin ovalarında bahar çiçekleri açacak” müjdesinin mütebessim edası. Acılı ömrün çizgilenmiş alnında şefkat teması. “Kara bulutlar sarsa da kalıbını, şimdilik gece düşse de nasibine, kalbinden güneşe uzanan, ışığa dokunan zirveler var” sırrının serin nefhası.
Sübhan Dağının eteği
Eteği güller biteği
Ana can kurbanın olam
Yârim baldır ben peteği
“Ömrünün yamaçlarını rüzgârlar dövse de, serin pınarlar besleniyor göğsünde” fısıltısının yere çakılmış hali. Dağdağalı dünya denizinde teselli adası. “Başından fırtınalar eksik olmayacak elbette; dayan, sabret; az sonra ahiretinin ovalarında bahar çiçekleri açacak” müjdesinin mütebessim edası. Acılı ömrün çizgilenmiş alnında şefkat teması. “Kara bulutlar sarsa da kalıbını, şimdilik gece düşse de nasibine, kalbinden güneşe uzanan, ışığa dokunan zirveler var” sırrının serin nefhası.
Sıladan uzaklığın, gurbete razı olmayışın hatırlatıcısı dağ. Yakılan türküler kadar, yanan kalpler kadar, dağlanan gönüller kadar yükselir dağ; ağlar, yol keser, engel olur. Mavzerde kurşun gibi aşkın göğsüne sıkılır dağ hasreti, dağ isyanı, dağ hüsranı. Çilekeşler, dervişler, azizler, âşıklar dağın koynunda arar yitiklerini. Belli ki dağı ikizleri görürler. Dağ aynasında seyrederler dağlanan kalplerini.
Palandöken yüce dağ
Altı mor sümbüllü bağ
Seni vermem ellere
Nice ki bu canım sağ
Söz’dür dağ, evet söz. Belki başka bir şey değil. Sâkin mim. Keremkâr nûn. Elif-Lam-Mim Anlamın saçlarını okşayan kesik nefes. Varlığın pürüzsüz akışında bir virgüllük ayırım. Ünlem işareti yeryüzü cümlesinin sonuna. Yaryüzünü hatırlayan üç noktalı suskunluk belki de… Huruf-u mukatta’sı yeryüzü sûresinin. Akıp giden bahar kokulu sözlerin girişinde ‘Sâd’ vuruşu. Serince çağıldayan nehirlerin başucunda ‘Kaf’ pınarı. Bir meydan okuma. TâHâ’sı Mûsa’ya [as] fısıldananın. Hâ-Mîm’i gönlünde ateşli hasretler saklayanların. YâSîn diye eğilişi belki şehrin öte yakasından gelen adamın. Hurma dalı Meryem’in elinde. İsâ’ya [as] hâmil sancılara sırdaş keşiş belli ki. Yûnusça bir firarın kıyısında yaktîn ağacı. Nûh’un [as] gemisine yoldaş. Dünya tufanlarına karşı “serin ve selametli ol!”agelmiş ateş.
Hasandağı iki çatal
Ortasında güller biter
Senin derdin benden beter
Ben de yandım Hasandağı
Dağ; varlığın köşelerinden sarkan “el işi”. Kanaviçesi kâinatın. Dantelası yeryüzünün. Özenin ve ihtimamın elçisi. Bunca büyük olanı bunca zarif yapmak ancak Allah işi. Celâlin zirve zirve yükselerek cemâle değişi. Cemâlin perde perde eğimlenerek celâli giyinişi.
Şiirler dağları söyler de, dağlar şiir söylemez mi? Kaç “âh!”ı yudumlamıştır dağ? Kaç hasret közünü söndürmüştür yanağında? Kaç isyankârın tövbesine yol olmuştur güzel sabrıyla? Yoksa, yoksa, bir Yakub[as] bekleyişi midir dağ? Görüp de eteğindeki isyanları buruk bir tebessümle susan. Bile bile bağrını deleceğini, hasmını da hoş karşılayan. Gözleri Yûsuf güzelliğine kilitlenmiş sadece, güzelliği göstermeyenlere kör olan. Dünya gömleğini yırtıp da Yûsuf cennetinin kokusunu umanlara, kardelen hülyası sunan.
Dağı duman olanın
Hali yaman olanın
Uyku girmez gözüne
Gönlü viran olanın
Ayet dağla konuşur da, dağ ayetle konuşmaz mı? Sözün en çetini, en sahihi, en tazesi, en ümit vereni, en teselli edeni ‘dağca’dır. Nûr Dağı hatırasıdır. Hira’dan iniş busesidir.
Şiirler dağları söyler de, dağlar şiir söylemez mi? Kaç “âh!”ı yudumlamıştır dağ? Kaç hasret közünü söndürmüştür yanağında? Kaç isyankârın tövbesine yol olmuştur güzel sabrıyla? Yoksa, yoksa, bir Yakub[as] bekleyişi midir dağ? Görüp de eteğindeki isyanları buruk bir tebessümle susan. Bile bile bağrını deleceğini, hasmını da hoş karşılayan.
Dağları direk yaptık ya size.
En ufak yakarışınızda, un ufak ağlayışınızda,
kalbinize dağlarca koşmadık mı?
Dağları sütun yaptık ya ümidinize.
En acı düşüşünüzde, en küstah isyanınızda
avuçlarınıza dağlarca pınar akıtmadık mı?
Dağları destek yaptık ya hayallerinize.
En haksız küsüşünüzde, en olmadık yüz çevirişinizde
kalbinize dağlarca gök indirmedik mi?
Dağın en sarp olanı, en aşılmaz olanı şüphesiz insan. İnsanın “ben” diye bilişi kendini. Dağların bile çekindiği o emaneti aldığından beri, insan dağdan daha dağ, yokuştan beter yokuş. İnsanlığın sancısını omuzlarına alıp dağı adımlayan Muhammed-i Emin’in [asm] teri aşkına, kendi dağını aşmaya yazılı insan.
Dağları yürüttük ya kıyametinizde.
En ümitsiz direnişinizde, en dehşetli yıkılışınızda
akıbetinize dağlarca müjde sunmadık mı?
Dağlardan seslendik ya kalbinize.
En uzak gurbetinizde, en soğuk kışınızda,
yalnız olmadığınızı, sizin için sonsuzun baharını sakladığımızı dağlarca söylemedik mi?
Dağları ak saçlı bilge yapıp beklettik ya şehrinizin yanı başında.
En isyanlı günlerinizden sonra, en talihsiz gafletlerinizin ardından,
sessiz sabrımızla, asil yumuşaklığımızla dağlarca çiçek uzatmadık mı kucağınıza?
Dağın en sarp olanı, en aşılmaz olanı şüphesiz insan. İnsanın “ben” diye bilişi kendini. Dağların bile çekindiği o emaneti aldığından beri, insan dağdan daha dağ, yokuştan beter yokuş. İnsanlığın sancısını omuzlarına alıp dağı adımlayan Muhammed-i Emin’in [asm] teri aşkına, kendi dağını aşmaya yazılı insan. Kendine dağ insan. Kendince dağ insan. Dağ sancısı ezelden miras insana. Dağlanışı da ağlayışı da ondan. Ne var ki, “dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar.”
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.