#Fatsa’da #KaderPastanesi’nde çalışıyorum ara sıra. Külaha dondurma koymayı öğrendim. Her birini renginden tanıyorum da artık. Külahı uzattığım elin sahibinin yüzünü, gökyüzünün yıldızları gibi seyrediyorum. Yetişkinlerin bu kadar küçük şeyle, bu kadar çok sevindiği başka bir nesne yok gibi geliyor bana. Çocuklaşıyoruz dondurmacıda. Az şeyle çok memnun oluyoruz.
Dondurma, dudağımıza dokunan, damağımızı saran, dilimizi şaşırtan ama en çok kalbimize oturan, gönlümüzü şenlendiren bir yaşama deneyimi. Yiyecek değil dondurma; içinde sevda, özlem, aşk, hasret, sevinç, bayram, çocukluk, tereddüt saklayan hatıradır. Klasik anlamda “yeniliyor” değildir dondurma. Daha çok tadılır; ağızda eğleşir, eşikte bekletilir.
Londra’da sinir bilimciler, ihtimal ki, “sinir bozucu” bir yöntemle, epey zahmet edip bizim “sade” diye bildiğimiz “vanilyalı dondurma” yiyen insanların beyinlerini taramışlar manyetik rezonans cihazıyla. “Orbitofrontal korteks” dediğimiz özel bir noktaya doğru kan akımının yoğunlaştığını gözlemlemişler. Kan akımının yoğunlaşması demek, o bölgenin daha aktif hale gelmesi demek. “Orbitofrontal korteks” insanların kendilerinden memnun olmalarını başlatan, haz duymalarının zeminini oluşturan bir bölge. Neredeyse dondurma dudağa dokunur dokunmaz, henüz külahın dibini bulmadan, “mutluluk bölgesi”ni ateşliyor. Soğuk dondurmadan sıcak haber alıyoruz!
Bilim adamları ille de bir şeyleri görmek ister. Somut kanıtlar peşine düşer. İyi de ederler. Bana kalırsa, manyetik rezonansa girmemize gerek yok; bir dondurma tezgâhı önündeki titreşimlerimizi hatırlayalım. Yaşımız yetmiş de olabilir yedi de. Dondurmayı külahında görür görmez, aynı elde yoğrulmaya başlarız. Az sonra “mavi hap”ı alıp büyülenecekmişiz gibi gelir. Külkedisi sihirli arabasına, camdan ayakkabısına kavuşacakmış gibi gelir. Keloğlan olmuşuz da padişahın kızını alıp dondurma da ısmarlayacakmışız gibi seviniriz. Küçücük külaha top top dondurma yığıldıkça, hop hop olur yüreğimiz.
Dondurmacıların önünde uzayan kuyruklar olur; fakat hiç itiş kakış olmaz, kavga çıkmaz, bağırıp çağrılmaz. Çocukça bir tebessüm sarar insanların yüzünü kuyrukta. Gizli bir iple aynı sessiz sevince bağlanır insanlar.
Az sonra “dondurulmuş” hatıralar, dilin dokunmasıyla eriyecek, sıcacık hazlara dönüşecektir; amennâ. Dondurma eridikçe dilin ucunda, dondurulmuş hayatlar akışmaya başlayacaktır.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.
Senai Bey bana ilk külahta dondurmamı 🍦 teyzem almıştı. -O zamanlar köye sık sık dondurma satan arkası uzun arabalar geldi- Dondurmayı yedim külahın sonuna gelmiştim. Külahı kağıt sanıp fırlatmıştım. Sonra gönlüm el vermedi. Acele karar verdiğime kaanat getirmiş ve koşarak attığım yerden almıştım külahın. Ve sonunda incelemelerimin sonucunda külahın aslında bir gofret olduğunu anlamıştım. Yani hülasa :Tecrübeden geçmek çok zor insanı yoruyor. Amatör kalmak daha çocuksu daha eğlenceli sanki. Dondurma karşısında ki saf sevincimiz belki de bizi amatörleştirdiği içindir. Son olarak dondurma yalamak her yiğidin harcı değildir. Mesela ben kerli ferli adamların dondurma yaladığını görmedim. Karizmayı çizer çocuklaştırır çünkü 😊
Okurken dondurma çekti canımız 🍦Fatsa Kader pastanesine gelip sizinle dondurma yemek nasip olur inşallah 🥳🍧