Cevabı en başta vereyim: “Hayır, değilim!”

Hakkımda hüküm vermekte acele etmezsen, makalenin sonunda sen de aynı cevabı vereceksin. Sabret. Bekle.

Şimdi aynada seni göstereceğim sana. Benim kimliğimi ‘dindar’ kelimesini icat ederek belirlemeye kalkansın sen. Sana göre, senin secdesizliğin, hayretsizliğin, şükürsüzlüğün standart ve normal…  Ama benim gibilerin namaza düşkünlüğü, oruçsuz edemeyişi, duayı dilinden düşürmeyişi, camiye sık gidişi en hafifinden takıntılı bir eylem, hatta neredeyse patolojik. (Sırası gelmişken: Dindarların davranış kalıplarını, sanki onlar laboratuar faresiymiş gibi, yukarıdan bakarak inceleyen ‘Din Psikolojisi’ müfredatı da senin eserin. Sömürgeciliği kendine hak gören sizin gibilerin alışkanlığıdır kendilerini yukarı koyup kendisi gibi olmayanları aşağıda bir yerde tutmak. Sen çok seversin, insanı nesneleştirip gözlem malzemesi ve inceleme konusu yapmayı…)

Senin, kendini baştan yetkilendirip ‘dindarlık’ sepetine koyarak aşağıladığın, ibadet ve ubudiyet, kalbi olan bir insanın, var edilişine verdiği ‘adamca’ bir mukabeledir. Secde etmek, benim marjinal ya da uçuk davranışım değil; var edilmişliğime karşı sorumluluğumdur. Yeryüzünde insan diye var olmanın ana-akım gereğidir ‘din’in icabını yerine getirmek. “Borç” anlamından kök alan “din” kendi varlığının kendisine borç verildiğini fark edecek bilinci olan herkesin fikir borcudur. Varlığının kendisine borç verildiğini fark etmeyen senin gibiler aslında ‘ego’larına takıntılıdır, marjinal büyüklenmeci davranış içindedir. Varlığının bir başlangıcı olduğunu unutanlar mı normaldir? Varlığının kendisi dışında Bir’inin kararı olduğunu dikkate alanlar mı?

Şimdi sen ‘dindar’ kelimesini icat ederek, kendini ‘tanımlayan’ benim gibileri ise ‘tanımlanan’ makamına koydun ya. İyi bak, kendini koyduğun yere: Sen ‘üstün insan’sın, bize yukarıdan bir yerden bakma hakkın var. Benim gibileri ise aşağıda bir yerde tutman gayet normal. Yanılmıyorsam, bunun grandiözite/aşırı büyüklenmecilik diye bir karşılığı var psikolojide.

Şimdi sen ‘dindar’ kelimesini icat ederek, kendini ‘tanımlayan’ benim gibileri ise ‘tanımlanan’ makamına koydun ya. İyi bak, kendini koyduğun yere: Sen ‘üstün insan’sın, bize yukarıdan bir yerden bakma hakkın var. Benim gibileri ise aşağıda bir yerde tutman gayet normal. Yanılmıyorsam, bunun grandiözite/aşırı büyüklenmecilik diye bir karşılığı var psikolojide

Sen dinî ritüelleri daha sık ve daha sıkı yerine getirenleri ‘dindar’ diye etiketliyorsun. Senin gibi tanımlayan seçkinlere göre, bir kişinin ‘dindar’ sayılması için, ortaya koyduğu davranışın gerekçesinin önemi yok. Sadece görüntüye bakarsınız; çünkü sadece görüntüleri ölçebilir ve tartabilirsiniz. Görüntünün ardındaki asil duygular ve asaletli tavırlar umurunuzda değil. Hatta, bu gerekçesiz eylemler ne kadar sivrilire, o kadar ‘dindar’ davranış kalıbı görmeyi umarsınız biz zavallılarda. Gide gide, içeriksiz sloganları, kof söylemleri, ezberlenmiş davranışları, görenekle benimsenmiş tavırları ‘din’ sayarak, kendine ayırdığın ‘normal’lik alanını genişleteceksin. Oh ne güzel!

Görmediğimi mi sanıyorsun?  Sen, elinde mızrak gibi ucunu sivrilttiğin “dindar” etiketini yakama yapıştırdıkça, içeriksizliği el üstünde tutmak istiyorsun; ‘din’i bir varoluşsal sorumluluk olarak yaşayanları tektipleştirmeye hevesleniyorsun. Amelin arkasındaki imanı görmüyorsun. Secdeyi, kendisini var edenin yaptığı eşsiz iyiliğe mukabele olarak yaşayan bir adamın esaslı duruşunu yok sayıyorsun. Kıyama kalkmayı, hiç sebepsiz muhatap edildiği bunca ihtişama karşı hayret ifadesinin sonucu olarak yaşayan adamları görmüyorsun.

Görmediğimi mi sanıyorsun?  Sen, elinde mızrak gibi ucunu sivrilttiğin “dindar” etiketini yakama yapıştırdıkça, içeriksizliği el üstünde tutmak istiyorsun; ‘din’i bir varoluşsal sorumluluk olarak yaşayanları tektipleştirmeye hevesleniyorsun. Amelin arkasındaki imanı görmüyorsun. Secdeyi, kendisini var edenin yaptığı eşsiz iyiliğe mukabele olarak yaşayan bir adamın esaslı duruşunu yok sayıyorsun. Kıyama kalkmayı, hiç sebepsiz muhatap edildiği bunca ihtişama karşı hayret ifadesinin sonucu olarak yaşayan adamları görmüyorsun.

Son kez hatırlatayım: İnsanın kendisini hiç yoktan var eden Yaratıcı’ya karşı hayret ve minnet duygusu, insanlığından kaynaklanır. “Dindarlık” diye ayrı bir gerekçe ve yaşam biçimi yoktur. “Dindarlık” diye, içini doldurma yetkisini kendine verdiğin, sığ ve çiğ, aforozcu ve dışlayıcı, marjinal ve zavallı, taklitçi ve ezberci, izzetsiz ve omurgasız bir var oluş biçimi yoktur; hiç olmadı. Hiçbir peygamber senin görmek istediğince silik bir karakter değildi; olamazdı.

Sana tavsiyem; elindeki metreyi bir kenara at; müminin imanı metreyle ölçülmez. Aklında taşıdığın teraziyi kır; insanın varoluşa karşı sorumluluğu teraziyle tartılmaz. Böyle olunca da, kimse senin tanımına uymaz.

Beni var edenin bana atfettiği iki sıfat var: “Mümin” ve “Müslüman” İman etmek, buraya razı olmayan insanın arayışıdır. Mümin olmak, gördüklerinin arkasında hakikat saklı olduğuna emin olan adamların sıfatıdır. Müslüman olmak, hakikate aklıyla teslim olanların, gerçeği kalbine uygun bulan ‘adam’ların işidir. İbadet, adam olmanın icabıdır; dindar olmanın değil.

Yok, yok; senin kalıplarının içinde yer bulamayacaksın bana. Sen ne kadar özne isen ben o kadar özneyim. O kadar ele avuca gelmez. O kadar had hudut çizilmez…

Yazıyı Paylaş

Senai Demirci

Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.

Bir yorum

  1. İhsan Yılmaz 18 Aralık 2021 at 12.44 - Yanıtla

    Sondan ikinci paragrafda “akıyla ” değil “aklıyla” mı olmalı? Kolay gelsin işleriniz!…

Bir yorum bırak Cevabı iptal et

Mail Listesine Katıl

YENİ BULUŞMALARDAN VE YENİ YAZILARDAN HABERDAR OLUN

İstenmeyen posta göndermiyoruz!

Sizin için seçtiğimiz yazılar