Mevlana’nın anlattığı bir hikayede bir ustanın şaşı bir çırağı vardır. Çırak bir olanı iki görür. Usta çırağından ne zaman su isterse, çırak her defasında sorar: “Hangi testiden istersin usta?” Usta, her ne kadar, “oğlum orada iki testi yok, bir testi var!” dese de çırağını bir türlü inandıramaz. Çırak her defasında “Usta beni kınama; burada iki testi görüyorum” diye ısrar eder. Gel zaman git zaman, usta bu çatışmaya radikal bir çözüm bulur. Çırağına der ki: “Şu iki testiden birini kır!” Yine çırak, geleneksel olarak, “Hangisini?” diye sorar. “Soldakini kır, sağdakini bana getir” der. Çırak, “soldaki testi”yi hemen kırar ama ne yazık ki “sağdaki testi”yi bir türlü bulamaz.
Bu hikâye ile, Mevlana, gerçeğin farklı görüntüleri yüzünden birbiriyle çatışanları, düşmanlık güdenleri uyarır. “Musa’nın hatırına İsa’ya düşman olursan, Musa’yı da kırarsın. İsa’nın hatırına Muhammed’i reddedersen, İsa’yı de kaybedersin.” Oysa, Musa-İsa-Muhammed, bir olan hakikatin farklı görüntüleridir. Birbirlerini teyid ederler. Birbirlerini doğrularlar.
Bu hikayeyi bugün öz-şefkat örneği olarak da anlatmak isterim. Kristine Nef’in öncülüğünü yaptığı öz-şefkat yaklaşımı, şu basit ve temel soruyu sorar her birimize. “Bir dostun ciddi bir hata etse, ona nasıl davranırsın, ona neler söylersin?” Bu sorunun cevabı, tahmin edeceğiniz üzere, şöyle olmaz: “Oh olsun. Yazıklar olsun sana. Zaten sen tam bir baş belasısın. Başka ne beklenir ki senden? Bu kaçıncı hata? Canın cehenneme. Senden adam olmaz!”
Bir başka senaryoda bir arkadaşını sevgilisi terk etti diyelim. O da ağlayarak seni arıyor. Bunun üzerine sen de şöyle diyor olabilir misin? “Hıh. Hiç şaşırmadım! Sen zaten şişko yaşlı bir kadınsın. O erkeği hak etmedin. Allah bilir, ne kadar sıkmışsındır onu. Kesin, boğmuşsundur onu. Adam iyi etti seni terk ederek. Zaten sen romantik ilişkiyi de hak etmiyorsun.”
İşte tam burada uyarır bizi Kristin Neff: “Arkadaşına asla söylemeyeceğin o sözleri kendine ısrarla söylüyorsun. Üstelik bağıra çağıra. Hiç susmamacasına!”
Belli ki kendine şefkatin yok. Mevlana hikayesine dönersek, soldaki/öbür testiye çok iyi davranıyorsun, sağdaki/berideki testiyi ise hoyratça kırıyorsun. Hiçbir testi kırılmamalı. Diğerini kıran belli ki berikini de kıracaktır. Kendini kıran, niye başkasını da kırmasın? Yoksa, aslında başkasını da kırmaya niyetli de yapay bir niyetle mi nazik oluyor? Samimi mi yoksa naylon bir duruş mu sergiliyor?
Kanaatimce, öz-şefkat konusu, sadece şefkat edip etmekle ilgili değil, ciddi bir samimiyet sınavıdır da! Anlaşılan o ki sen şefkatini sadece ‘duruma göre’ ayarlıyorsun. Sahici değilsin. Şefkatin kişiden kişiye değişiyor. Çevre koşullarına göre bir şefkat ediyorsun bir kaba olabiliyorsun. Çifte standart uyguluyorsun.
Demek ki “sadece gözler kör olmaz, sinelerdeki kalpler de kör olur” diyen Küçük Prens’in tilkisinden yeni bir cümle daha duyacağız: “Sadece gözler şaşı olmaz, kalpler de şaşı olur; biri iki görür. Bir ve aynı olan insanın özüne, iki ve ayrıymış gibi davranır. Ötekini kurtarmak için berikini kırar, parçalar, yok eder, tuz buz eder.
Kristin Neff, bizi öz-şefkate çağırırken, bu şaşılığımızı onarmak için üç temel yürüyüş teklif eder:
- Öz-Nezaket: Arkadaşın için istediğini kendin için de iste. Onun bir insan olarak hak ettiğini, pekâlâ, sen de hak ediyorsun. Kendini kınayarak, sadece kınadığın halden çıkmanı zora sokuyorsun.
- İnsanlık Hali: Yaptığın hata, her insanın yapabileceği bir hata. İnsanız, herkes gibi hata edebiliriz. Herkes gibi hata edebilen sen de herkesin hak ettiği anlayışı hak ediyorsun.
- Mindfulness: Kendini hatalarına eşitleme. İnsan hatadan fazlasıdır. Tıpkı gökyüzü gibisin. Zaman zaman bulutlanıp kararabilirsin ama hep böyle kalacak değilsin. Güneşli ve pırıl pırıl olman da mümkün.
Senai Demirci
Samsun’da, 11 Kasım 1963’te doğdu. Uzun bir süre genç olarak yaşadı. Gençliğinin ilk kısmı zor sorulara cevap aramakla geçti. Sonra zor cevapların sorularını sormayı öğrendi. Kolay cevapları sevmedi. Ayakkabıcı çırağı olarak çalıştı. Çokça ayakkabı parlattı. Dağlarda inek çobanlığı yaptı.